Y/N: Sözüm kitabı okuyup az çok demeden düşüncelerini belirtenlere değil, sözüm oy atıp okuyup geçenlere. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. Baştan sona okuyup sadece eleştiri yaptığınızda gerçekten motivasyonum düşüyor. Herkes gibi mantık hatalarına sahip olabilirim, olabilir, bu benim doğrum ve benim tasarladığım bir kurgu. Beni düzeltmeye çalışmaktansa yapıcı yorumlar yaptığınızı görmeyi isterim. Beraber otuz dört bölüm devirdik ve eğer hala buraya kadar okuduysanız az çok sizi tatmin etmişim demektir. Bu bölüm aslında final olacaktı ama üzerine yıllarca düşünüp emek ettiğim bir kurguyu sırf bitsin diye bitirmek istemedim. Son kez rica ediyorum, en azından bu bölümün hakkını verin. Lütfen.
İyi okumalar🦋🍃***
Episode 34- The Curse of Cornelius
***
"Demek beni öldürebileceğin bir kılıç yaptın." Elindeki kılıcın her bir noktasını inceledikten sonra keskin ucunu tenime yaslayarak irkilmemi sağlamıştı. Yüzündeki zafer mutluluğu öyle çok sinirimi bozuyordu ki ağlamak bile gelmiyordu içimden. Fazlasıyla donuktum. "Önce beni ölümsüzlükle ödüllendirdin. Şimdi de kendi ellerinle öldürmek için kılıç yapmışsın. Oldu mu böyle eski aşkım?"
"Dokunma ona!" Marnid'in elini yanağıma değdirmesiyle Chanyeol'ün tüm gücüyle bağırması bir olmuştu. Öfkeden gözü dönmüştü. Ne kadar çırpınsa da ellerindeki ipten kurtulamıyordu.
Ondan farkım yoktu. Marnid kılıcı ele geçirdikten sonra her şey çok hızlı gelişmişti. Elys elindeki hançerle Chanyeol'ü kontrol altında tutarken askerlerden birkaçı onu arkasından bağlamıştı. Benim bağlanmaya bile ihtiyacım yoktu, hepsi biliyordu ama hareket bile edemiyordum çünkü hareket ettiğim anda Chanyeol'ün boğazındaki hançerin hareket etmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktu. Deli gibi korkuyordum ona zarar vermelerinden. Bu yüzden onun gibi dizlerimin üzerine çökmüş, hareketsiz bir şekilde beklemeye başlamıştım. Kılıcı geri almanın bir yolunu arıyordum.
"Bak sen... Yalnız değilmişiz." Kılıcın ucunu göğsümden çekerken arkasındaki kalabalığı keyifle karşıladı. Başımı kaldırıp ormanın ilerisindeki gruba baktığımda Kyungsoo'ların elleri bağlı şekilde buraya getirildiklerini görmüştüm. Onları yakalanmış bir vaziyette görünce bütün umutlarım tükenmişti.
"Hoş geldiniz, benim eski fedailerim."
"Seni geberteceğim." Kyungsoo'nun Elys'a öfke kusmasının ardından başında bekleyen Nord'lu asker onu ittirerek Elys'ın önüne düşmesini sağlamış, diz çökmesi için boynuna kılıcın başlığıyla sertçe vurmuştu.
"Dokunmayın onlara! Bırakın, onların bir suçu yok!" Yerimde debelenmeye çalışsam da hareket etmeme bile müsaade yoktu. Elys her hareketlendiğimde kocamın boynundaki hançeri tenine daha sert bastırıyordu.
Kolları bağlanan Jongdae ve Minseok da arkalarındaki askerlerin sert darbeleriyle yere düşmüş, dizlerinin üzerine çökmüşlerdi. Yüzlerindeki morluklara bakılırsa Nord'luların tuzağına düşmüşlerdi. Hava durumunu göz önünde bulundurmadığımız için atlardan erken inmiştik. Her şeyi hesaplarken bunu gözden kaçırdığıma inanamıyordum. Marnid'in yalnız gelmemiş olması bir şey değiştirmemeliydi ama Chanyeol erken davranarak bizi açık etmişti.
Kılıcın gücünü hissetmemesi için yaptığım büyü kılıç ölümsüz olanın eline geçtiğinde yok olmuştu. Bunu asla tahmin edememiş olmam benim suçum değildi, biliyordum ama yine de kendi kendime kızmadan edemiyordum. Annem bile bu kılıcı yaparken yanlış ellere gitmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmiyordu belki de. Bizim tek şanssızlığımız kılıçla ilgili yeterince bilgi sahibi olmayışımızdandı. Kurduğumuz tuzağa düşmüş, çok fena köşeye sıkışmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
FanfictionBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...