Hançerin başlığındaki altın renginin arasına işlenen gümüşü inceledim. Aralarını saran gümüş rengindeki Cornelius'un simgesi ustaca işlenmişti. Başlığın en üstünde mavi parlak bir elmas bulunuyordu. Taşı saran altının üzerinde dokuz tane minik elmaslar vardı. Elimi tutarak kirletmek istemeyeceğim kadar güzeldi. Bıçağı kördü ama tuttuğum en keskin kılıçtan daha parlak geliyordu gözüme.
Bana hediye ettiği gün bunu hiçbir zaman kullanmamamı dilemişti. Gördükçe onu hatırlamamı söylemişti. Belki de biliyordu. O gün son kez görüştüğümüzü bildiği için bana onu hatırlayabileceğim bir hediye vermişti. Kağıt bile kesmeyen bir hançere ömrümün hatırasıymış gibi bakıyor olmam benim için bir hediye miydi yoksa ceza mıydı, emin olamıyordum.
Pencereden dışarıyı izlerken ne ara kılıfımdan hançerimi çıkardığımı, üzerindeki elmasa dalıp gittiğimi anlamamıştım. Sehun'un kapımı çaldığını, ses vermeyince içeri girdiğini bile fark etmemiştim. Öksürük sesiyle kendini belli etmiş, ürpermemi sağlamıştı. Onu görünce ümitle kalktım oturduğum koltuktan ve karşısına dikildim. Hançerimi kılıfıma yerleştirdikten sonra Sehun'a baktım.
"Sehun? Ne zaman geldin?"
"Az önce saraya giriş yaptım efendim." Önümde başını eğip saygıyla selam verdikten sonra tekrar doğrulmuştu. Gözlerimin içine bakamayışından, karşımda kıvranışından anlamıştım ne raporlayacağını. Yine de umut doluydum.
"Bir haber var mı?" diye sordum. Üzerime ağırlık yapan pelerinin iplerini çözüp az önce oturduğum koltuğa attım.
"Oxiba'yı karış karış aradım. Maalesef Kral Baekhyun'dan hiçbir ize rastlayamadım." Başını eğerek rapor verdiğinde bunu bekliyormuş gibi acıyla tebessüm ettim. Bana bu raporu kaçıncı sefer verişiydi bilmiyordum ama her seferinde söylerken çok zorlanıyordu.
"Zhang Yixing ile görüşebildin mi?"
"Evet. Bana yardımcı olmak istedi ancak hiçbir sonuç elde edemedik." Ellerini önünde birleştirmiş, gözlerini parmaklarında oyalamıştı. Daha kötü bir haber vermesinden iyiydi, bu yüzden moralimi bozmayacaktım.
"Doğruyu söylediğine inanıyor musun?" diye sorduğumda yüzüme bakmıştı. Ne demek istediğimi anlasa da anlamazdan geliyordu. "Yani hislerin... Doğruyu söyleyip söylemediğini ayırt edebilir, öyle değil mi?" Her ne kadar en güvendiğim adamım olsa da onun bu yönünü bildiğim için bütün görevlere özellikle Sehun'u gönderiyordum. İşe yarayıp yaramadığından pek emin değildim ama hiçbir şey yapmamaktan daha iyiydi.
"Şu ana kadar konuştuğum hiç kimseden kuşku duymadım. Hiçbirinin o günkü büyüyle ilgisi yok." Gözlerime beni ikna etmek ister gibi baktığını fark etsem de niyetim yoktu. Kendimi bu yalanlarla yeterince avutmuştum. O gün bize böyle etkili büyü yapabilecek sayısız insan vardı. Aklıma gelebilecek herkesi sorgulasam da bulamıyordum. "Chanyeol," diye sayıkladı adımı. Resmiyetten vazgeçtiğini görünce canımı yakacağını anlamıştım. "Vazgeç," dedi. "On krallığın onunu da karış karış aradık. Hiçbir yerde yok."
"Neden vazgeçeyim?" Boğazıma iğne gibi batan nefesi tek seferde yuttum ve derin bir nefes aldım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. "Onu bulacağım. Her neredeyse bulup tahtına geri getireceğim onu."
"Neredeyse bir yıl geçti." İçli bir nefes verdi ve yanıma doğru adımladı. Pencereden dışarıya göz attı. Kuşların cıvıltısı, insanların hiçbir derdi yokmuş gibi hayatına devam ediyor oluşu benim gibi onu da rahatsız ediyor muydu merak ediyordum. "Bu zamana kadar ben de senin gibi kötüsünü düşünmemek için, onu sağ salim bulacağımızın ümidi için çabaladım ama hiçbir iz yok. Daha fazla çabalamamalısın. Halkının gözüne batıyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
FanfictionBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...