On beş sene önce içinde yeşermeye başlayan güç meyvesini yeni veriyormuş gibi bakıyordu gözlerime. Heyecanlı, kaygılı ve mutluydu. Ben ise günlerdir acı çekmiyormuş gibi dinç hissediyordum kendimi. Kucağımda sabaha karşı dünyaya gelen bebeğim vardı. Henüz temizlenmiş ve bir sürü kumaşın arasına sarılmıştı. Çok güzeldi. Benim parçam olduğu için mi böyle düşünüyordum bilmiyordum ama bana her şeyden güzel ve savunmasız geliyordu."Chanyeol, kulakları sana benzedi." Kapının önünde kaygıyla bekleyen kocama hiç bedel ödememişiz, hiç acı çekmemişiz gibi sitem edercesine bakıyordum. Sanki tek derdimiz oğlumuza kocaman kulaklarından vermesiydi.
İçeri girdiği gibi yatağın önüne çökmüş, heyecanla bebeğimize bakmıştı. O eline alana kadar da melek gibi sessizdi. Chanyeol eline aldığı vakit çığlık çığlığa ağlamaya başladığında anlamıştım hangimizden taraf olacağını. Kıkır kıkır gülmemi bastıramadan endişelerini izledim. Dokunmaya bile kıyamıyordu.
"Bebekler ağlar Chanyeol," dedim düşüncelerindeki kaygıyı okuyunca. O kadar şaşkındı ki bebeği nasıl tutması gerektiğini bile hala kavrayamamıştı. Neyse ki Sehun yardımına koşmuş, kalkmasına yardım etmişti. Bebeği koluna yatırdığı anda Sehun'un onu büyük bir heyecanla izlemesine odaklandım. Hayran hayran yüzüne bakıyor, minik ellerine dokunuyordu.
Yaşadığım şeyi anlamlandırmam çok zordu. Aylar boyunca çektiğim yalnızlığın karşılığında uyumaktan korktuğum o zehirli uykuya kapılmıştım. Haftalar boyunca ölümü beklemiştim kocamla ortak yatağımızda. Ancak sanki son anda tanrı bana bir şeyi hatırlatmış gibi o uykuya bir daha mahkum kalmamıştım. Tam aksine bebek doğduktan sonra kendimi fazlasıyla iyi hissetmiştim. Bedenimdeki ağrıları saymazsak iyiydim. Veya yaşadığım heyecan sayesinde hepsini unutmuştum.
Nasıl olmuştu bilmiyordum. Kurtulmuştum. Cornelius'u kurtardığım gibi ben de kendimi kurtarmıştım o esaretten. Cornelius'a geri döndüğümde öleceğimden emin olduğum halde bir güç beni kendime getirmiş gibi uyanmıştım. Galiba sonucunda birinin bedel ödemesi gerekmiyor dediğim anda duyduğum patırtı sesiyle ürpermiştim. Nasıl bir mucizeyle saraya geldiğini ve bebeğimi doğurttuğunu anlamadığım Jihwa'nın baygın düşüşünü izlemek yeniden dehşete düşürmüştü beni.
Herkesin sesi soluğu bir anda kesilmiş, yerde baygın düşen kadına kesilmişlerdi. "Jihwa!" Güçsüzce bağırdım yerimde doğrularak. Sesim kısılmış, boğazım bağırmaktan tahriş olmuştu. Kalkamayacak kadar iyi olmadığım için fazla debelenmedim. Chanyeol bebeğimizi yeniden kucağıma verdikten sonra beni sakinleştirmek ister gibi alnımı öpmüş, halledeceğini söylemişti. Ona güvendiğimi belirtmek için salladım başımı. Belki de annesini ondan önce benimsememe, ona değer vermeme şaşırmıştı. O ise tıpkı bir yabancı gibi yerde yatan bedenini kavramış ve dışarı çıkmıştı.
Ardından Zaira ve Jongdae'nin çıktığını görünce kendimi biraz rahatlatmaya çalışmıştım. Sabaha kadar benimle kalmıştı, yorgun düşmüş olmalıydı. Buna inanmak istiyordum. Kucağıma mucizemi verdikten sonra gidemezdi. Onunla yaşayacağımız çok daha güzel günler vardı. Onu oğluyla barıştıracaktım.
Endişe içinde Jihwa'dan bir haber gelmesini beklerken hala kucağımda ağlayan bebeğimi izliyordum. En az Chanyeol kadar yabancıydım bu duyguya ama sanki hep benimleymiş gibi tanıdıktı aynı zamanda. Aylarca içimde yeşermiş, can bulmuştu. Şimdi kucağımda ağlıyordu. Küçücüktü. Buna rağmen kulakları belirgin bir şekilde kocamandı. Dudakları içe çökük, gözleri henüz açılmamış olsa da yuvaları büyüktü. Minicik elleri yüzünün her bir noktasında geziniyor, çırpınıyordu. Onun Chanyeol'e ve bana ne kadar çok benzediğini kavradıkça buluşuyordum gerçekle. Bir oğlumuz olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
أدب الهواةBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...