İnsan memleketi ile bir bütün olmalı ki ben şuralıyım diyebilmeli. Atadan töreden böyle öğrendik kulağımıza ismimiz üflendi üfleneli. Dedem her dem eğer vatan kalbe aşkla işlenmezse ihanet kapıda pusu kurar derdi. Bu yüzdendir her halde aşkla bağlı olmam memleketime. Ama kader işte yaşadığımdan ayrı bir şehre düşmüştü yolum. Toprağı her dem nemli Rize'den geldiğim karlı dağların şehri Hakkari....
Rizeliyim , Karadeniz'in incilerinden. Ne işim mi var burada kendimi tanıtayım ben Rizeli İdris MIH ,namı diğer laz çavuş. Burası da yeni tayin edildiğim şehir Hakkari. Otogarda indiğimde ne kadar alışık olsam da içime işleyen soğuk ile montuma daha da sarıldım. Başkaydı buranın soğuğu. Karadeniz hırçın derler, hırçındır ama Hakkari duru bir soğukla imtihan ediyor insanı. Etrafıma alıcı gözle baktığımda buradaki hanın yolcularının ya benim gibi asker ya da öğretmen olduğunu görmüştüm. Yanlarından geçerken yüzlerindeki umut dolu ifadeyi gölgelendiren korkuyu fark etmemek imkansızdı. Otogardan çıkıp taksi arasam da bulamayınca otogarın dibindeki büfeye yaklaşıp orta yaşlı sahibine hitaben :
" Emice buradan askeriyeye nasul ciderum?" diye sorduğumda bir süre bana boş boş baktıktan sonra :
" Oğlum askerler için otobüs karşı kaldırımdan kalkıyor biraz bekle gelir." dediğinde gülümseyerek teşekkür edip ayrıldım. Karşı kaldırıma geçince gördüğüm kalabalığın arasına girdiğimde hepsinin yeni askerler olduğunu gördüm. Onlarla birlikte beklemeye başladığımda ufak tefek biri yanıma yaklaşarak:
" Sizde mi yeni atandınız?" dedi. Onu başımla onayladığımda düğmesi açılmış radyo gibi aralıksız konuşmaya başladığında elimde olmadan gülümsedim. Bir süre konuştuktan sonra yolun yorgunluğu ile sesi bana işkence gibi gelmeye başlayınca parmaklarımı şakağıma götürüp ovmaya başladım. Normalde sakin ve uzlaşıcı bir yapım vardı ama bu adamın motoru soğumak nedir bilmediği için patlamak üzereydim. Bu arada sorduğu soru ile ellerimi şakağımdan indirip yüzüne döndüm.
" Peki sen de acemilikten mi geldin?"
" Yok ben Çavuşum yeni görev yerim burası."
Duydukları ile duraksayıp önüne döndüğünde radyonun düğmesi kapanmıştı. Çok şükür...
.....
Otobüs askeriyeden içeri girerken yolculuk boyunca başka konuşmayı deneyen olmaması işime gelse de çavuş olduğum askerler arasında duyulmuş olmalı ki bana bakıp fısıldaştıklarını görüyordum ama umursamadım. Araçtan indiğimizde ben de herkes gibi sıraya girdim. Bizi bekleyen bir teğmen ve asker sıraya girmemizin bitişini bekledikten sonra gür sesi ile bağırdı.
" Acemi birliğinden gelenler bir adım öne."
Tüm askerler bir adım öne çıkarken geride sadece ben kalmıştım. Teğmen yanıma gelip beni süzdükten sonra:
" Tekmil ver." dediğinde onun gibi gür bir şekilde:
" Çavuş İdrus Mıh Rize komutanum" dedim. Tak kaşını kaldırıp bana bakarak:
" Nereden geldin Çavuş?" deyince gözlerimi kırpıştırarak:
" Rize komutanum." dedim. Ama teğmen bir ya sabır çektikten sonra :
" Onu mu sordum ben sana tayin olmadan önceki görev yerin asker?" dediğinde benim jetonum ancak düştüğü için:
" Haaa! " dedikten sonra gülümsemesini zor tutan teğmene gülümseyerek:
" Sivas komutanum" dedim. Komutan geriye dönüp yanındaki ere:
" Bu acemileri al yerlerine götür. Giderken de nasıl davranmaları gerektiğini anlat. Sen İdris çavuş benimle gel kalacağın yeri göstereyim." dedi. Teğmenin peşine takılıp içeriye girdiğimde uzun bir koridordan geçtik. Koridorun sonundaki iki odaya geldiğimizde teğmen dururken karşı kapı açılıp dışarı iri yarı bir asker çıktı. Kıyafeti ve rütbe işaretleri ile binbaşı olduğunu fark ettiğim adam yüzünü bize döndüğünde hazır ol konumumu aldım.
" Bu kim Hakan?"
" Yeni çavuş binbaşım."
Adam dikkatle yüzüme bakarken tekmil verdim.
" Çavuş İdrus Mıh, Rize komutanum."
Binbaşı dişlerini sıkıp derin bir nefes alarak başını sağa sola salladıktan sonra teğmene dönüp:
" Ne günlere kaldık." dediğinde önce kastettiği şeyi anlamasam da çok sürmeden konuşmama söylendiğini anlamıştım. Her zaman konuşmam ve şivem insanların farklı tepkilerine neden olsa da ben toprağıma özlemimi bu şekilde giderdiğim için aldırmıyordum. Teğmen bana dönüp:
" Çavuş Binbaşı Akın Kanlı. Odan onun odasının yanında anladın mı?" dediğinde "Anladım Teğmenum." dedim. Bu demekti ki dikkatli ol. Binbaşı bir ya sabır çekip giderken teğmen tekrar bana dönüp:
" Aksi olduğuna bakma bordo berelilerdenmiş. Ama yaralanınca üsse çekmişler , yine de bu bazı alışkanlıklarını değiştirmiyor. "
" Neresunden yaralanmuş kumandanum?"
Teğmen gözlerini kocaman açıp ciddiyetimi sorguladıktan sonra :
" Yüzünü görmedin mi çavuş?" dedi. Bir süre düşündükten sonra dediğini anlamıştım ama binbaşının yüzünün sağ tarafındaki yanık bence geri hatta çekilmesini gerektirecek bir yara değildi. Ama başka bir şey olabileceğini düşünerek:
" Cördüm ama bu midur neden?" dediğimde teğmen güldü.
" O kundaklama da ailesinden kalan son kişiyi kardeşini kaybetti. Bu yüzden yarası dışarıda görünenden büyük sayıldı."
Aileni kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi bildiğimden sustum. Binbaşının yaraları onu hem güçlü hem sert yapmıştı. Anladım manasında başımı sallayınca Teğmen yan odanın kapısını açıp odamı gösterdi. Selam verdiğimde o ayrıldı ve ben uzun geçen yolun yorgunluğunu çıkarmak için odama yerleşmeye başladım. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra üzerimi idman için giyinerek odadan çıktım. Zira benim için dinlenmek bedenimi çalıştırıp düşüncelerimi gömmek demekti. Tayin olduğum tesis büyük bir üstü aslında, burası tüm karakolların ve küçük merkezlerin bilgilerinin toplanıp desteklendiği bir yerdi. Acemiler görev yerlerine gitmeden burada son bir eğitime tabi tutulurken , bordo bereliler başta olmak üzere tüm komandolar buradan destek alıyorlardı. İdman için ayrılan alanı sora sora bulduğumda gördüğüm manzaranın beklediğimden çok farklı olduğunu kabul etmeliyim. Buz... Donmuş bir eğitim alanı. Çok zorlu koşulda idman yapmış olsam da buz bunlar arasında en kötüsüydü. Elimdeki çantayı yere bırakıp içinden çivili ayakkabılarımı çıkarıp giydim. Zira onlar için bile zorlu bir parkurdu bu.
50 tur koşu, ısınmak için yeterli gördüğüm bu hazırlığın ardından alana kendimi bırakıp engeller arasında hareket etmeye başladım. Sarkıtlarla bezenmiş dikenli teller arasında sürünme, donmuş iple yine donmuş duvara tırmanma, koşmanın neredeyse imkansız olduğu bir sahada engelli koşu.... Ne kadar sürdü çalışmam bilmiyorum ama üzerimdeki kıyafetler hem antremanın hem de zeminin etkisi ile sırılsıklam olmuştu. Ben de bırakma zamanı geldiğine karar verip sahanın kenarına ilerleyip çantama ulaştığımda şaşkın şaşkın bana bakan bir asker ile karşılaşmayı beklemiyordum. Yanına ulaştığımda asker acemice selam verip:
" Mehmet Öner Adıyaman komutanım" dediğinde gülümseyerek çantama uzandım.
" Sakin ol uşağım. Sen yenu mi ascersun?"
Bir süre garip bir ifade ile bana bakan askere aldırmadan havlu ile başımı sarıp parkamı giydim.
" Evet komutanım."
Gülünmeyecek gibi değildi ama kendime hakim olmak adına hafif bir öksürdükten sonra:
" Mehmet uşağum ben Kıdemlu baş çavuş İdrus ve bana komutanum demekten vazgeç" dediğimde yüzünde masum ve anlamaz bir bakış oluştu. Bu arada ismimin seslenilmesi ile bakışlarım Mehmet askerin arkasına döndü. Koşarak gelen er etrafa boş boş bakıp bağırıyordu.
" İdris çavuş, İdris çavuş..."
" Ha uşağum benim ne oldi?"
Genç er yanıma gelip selam verdikten sonra:
" Hakan teğmen hazırlanıp yemeğe gelsin , gazilerimizle vedalaşıp yeni gelenler tanıtılacak." dediği zaman ere teşekkür edip Mehmet 'e içeri gitmesini söyleyip odaya döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAZ ÇAVUŞ (TAMAMLANDI)
Teen FictionKaradenizin bağrından kopan bir komando Kıdemli Başçavuş İdris Mıh. Hakkari'nin soğuğundan soğuk ,toprağından sert Binbaşı Akın Kanlı. Yolları Hakkari'de birleşen bu iki askerin biraz zorlu biraz komik biraz trajik hikayesi. Kapak çalışması @helia...