Bölüm 4

205 19 85
                                    

"Duman altı ettiniz burayı iyice, öf! Kahvehaneye döndü resmen." Normalde ben de ifrit olurum sigara dumanına, hatta en ilk en çok ben söylenirim; sürekli takipçilerim bilir. Ama yani, yeri mi sırası mı şimdi Betül'üm? İyisin, hoşsun, bir yokuşsun; harbiden bazen birazcık boşsun.

"Betüş, gözünü seveyim sus bir güzelim." Andaç'a hak vermemek elde değil bu yüzden bizim kız tam ağzını açacakken ikinci sarıyı da ben çıkarıyorum. Sizi şöyle dışarıya alalım Betüş Hanım; şimdiden yeteri kadar yordunuz, dinlenin biraz.

"Şşşt..."

Ama işte çok erken on kişi kalıyoruz; meydanı boş, iç karışıklığı hoş bulan rakip acımıyor. Ve gol! Maalesef yanlış kaleye. "E bir susmadın be kızım!" diyen de ilk ben oluyorum maalesef, maalesef!

Betül kırgın bakışlar atarken Kemal ve Andaç'ın koltukları kabarıyor gururdan. Hindiler sizi, o kadar da değil. Bu kız bunu hak etmemişti, tamamen benim erk*kliğim. Hemen canım ciğerime dönüyorum, ah Beşiktaş... Sanki bizim cebimiz milyon dolarla doluyor gibi eşimle dostumla da aramı açıyorsun!

"Kusura bakma Betüş'üm, biliyorsun." Yana eğdiğim başım ve büzdüğüm dudaklarımla attığım Çizmeli Kedi bakışlar karşı cinsle değilse de hemcinsimle iletişimde işe yarıyor Allah'tan. Kıyamıyor bana, pat pat iki tane geçiyor omzuma. Hadi yine iyiyim gerçekten.

Ay, değilim... İyi falan değilim. Bizim şaka kaka oluyor, harbiden on kişiye düşüyoruz, hem de haksız yere. Yetmiyor peşine de bir gol daha yiyoruz. Sözün gücü mü, evrene negatif enerji basmak mı, yoksa sadece that is Beşiktaş yeterli mi bilemem ama bizim tatlar büyük kaçıyor. Hakemin ebesi de sevgiyle(!) yad ediliyor. Omuzlarımız çökmüş otururken bir sarı da kapkara kartalıma, bitter çikolatama geliyor. Hayda diyemeden bir gol daha. Ve en sonunda, bu da olmaz artık dediğimiz bir ilk yarı uzatma golü ile kırk yedi dakikalık eziyetimiz son buluyor.

Nasıl bir gerildiysem kaskatı kalmış boynum sırtım, arkama yaslanıp rahat bir soluk veremeyince fark ediyorum. Otobüse zar zor binen teyzeler gibi inim inim inleyeceğim utanmasam ama utanıyorum. Ölüm sessizliği çökmüş koca kafede soluğumu bile sayarak yavaş yavaş alıp veriyorum. Masalardaki boş bardakları almaya yenilerini sormaya bile yeltenmiyor garsonlar; çünkü onlar da farkında, bu gece burada ölüm gibi bir şey oluyor ve ölüler yiyip içemez.

Kalkıp da gidemiyoruz ama kazanmaya niyet de edemiyoruz, ikinci yarı başlarken herkesin tek dileği keşke bir şey olsa da ikinci yarıyı oynanmış saysak bu işi dört sıfırda bıraksak oluyor da Kiev acımıyor. Sanki maç dört sıfır bitse mağlup sayılacaklar gibi iki gol daha atıyor vicdansızlar ya da Kemal'in değimiyle onun bunun sahipsiz çocukları. Hakem de cabası; bir sarı, bir kırmızı ve son gol de apaçık ofsayt ama işte bize gelince ofsaytlar hep tersine ofsaytımsı... Buradan edilen itirazlar Ukrayna'ya ulaşmıyor hoş ulaşsa da beş sıfır da en az altı sıfır kadar mağlupken fayda etmiyor. Hem takıma hem hakeme karşı oynarken kazanmak mümkün olmuyor, Şampiyonlar Ligi'nde üst tura çıkmak da Oğuz Kaan ile evlenmemiz kadar uzak bir hayal olarak kalıyor böylece.

Of, of! Çok yaklaşmıştık. Az daha...

"Annem, kıyamam ben sana! Oyyy! Aşık bu ya! Bak nasıl düştü yüzü? Çok mu seviyorsun sen Beşiktaş'ını, hı?" Atak öyle hızlı gelişiyor ki Betül'ün yanaklarımı mıncıklamasına karşı çıkamıyorum. Öylece kalakalıyorum, beni bir sağa bir sola savurması karşısında. Aşığım doğru. Bir yerde tüm aşklarımın ucu Beşiktaş'a o da doğru. Neticede Beşiktaş'ın öz oğlunun, hayırsız oğluna da vurgunuz. Ezelden değilse de kendimizi bildik bileli. Öncesini sildik sileli.

"Öyle." Bakışlarımı çekmemle Kemal'imle göz göze geliyoruz. Bilse Oğuz'u kaç parçaya ayırır acaba? Neyse, hazır yeri gelmişken sesli dile getirme fırsatını kaçırmıyorum.

Güneşli Günler (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin