Eve gelene kadar üç kez kırmızı ışıkta yola indim, 2 kez de birileriyle çarpıştım.
Zihnim bomboş bir tuval, az önceki öpüşme ise o tuvalin ortasına sürülmüş kırmızı bir boyaydı sanki.
Karnım guruldayana kadar acıktığımı fark etmemiş, kafamı dağıtmak için iki tane film izlemiştim.
Tezgahın yanındaki bar taburelerine oturmuş, pratik olsun diye yapmaya karar verdiğim makarnanın haşlanmasını izlerken, gelen bildirim sesiyle başımı uzatıp koltuktaki telefonuma baktım. Ulaş'ın adını gördüğüm an yerimden fırlayarak telefonu elime aldım.
Ulaş: Yarın son dersinden sonra odama gel.
Resmen bana mesaj atmıştı. Ulaş. Bana. Mesaj. Atmıştı.
Emir kipiyle aldığım bir mesaja bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi ama şu an telefonu göğsüme bastırmış, heyecandan salonun ortasında zıplıyordum.
Ulaş bana mesaj atmıştı. Ulaş neden bana mesaj atsın ki? Aklıma gelen düşünceyle anında hareket etmeyi bıraktım.
Bugün karşısında yaptığımız şov yüzünden miydi? Atlas'ın dediği gibi, öpüşmenin aslını mı öğrenmek istiyordu?
Düşüncelerimde boğulmuşken aldığım gaz kokusu beni kendime getirdi. Makarnanın suyu taşmış, ocağı söndürmüştü.
Yarın ne giyecektim?
🍭
Stresten dizimi sallayıp durduğum son dersin, son 10 dakikasına girmiştik. Egemen, bugün bende bir gariplik olduğunu fakat çözemediğini söylemiş, beni kendi halime bırakmıştı.
Ben kendimde miydim bilmiyordum.
Son slaytta 'Teşekkürler' yazısını gördüğüm anda, masam boş gözükmesin diye bir kenarına koyduğum, not tutmak adına defterime çizik bile atmadığım, sadece imza atmak için kullanılan kalemlerimi çantama sokuşturup Egemen'e kısaca "Görüşürüz," deyip koşar adım sınıftan çıkarak Ulaş'ın, daha yerini bile tam olarak bilmediğim ofisine doğru ilerledim.
3.denemede bulduğum oda kapısını çalarken kapının üstünde, önceki denemelerimde heyecandan farketmediğim bir çerçeve içinde, Ulaş Ahter yazısı gözüme çarptı.
"Gir," diyen gür sesini duyunca bir an elim ayağım boşaldıysa da derin bir nefes aldım, elbisemi eteklerinden aşağıya çekiştirip içeri girdim ve arkamdan kapıyı kapadım. Kafamı kaldırdığım an, odanın öbür ucundaki masasının ardından bile ürkütücü görünen, buz mavisi gözleriyle karşılaştım.
Ben bir şey demeden ona bakmaya devam ederken, beni birkaç kez baştan aşağı süzdü. Bacaklarımda uzunca bir süre kalan gözleri yerimde kıpırdanmama sebep oldu.
"Yaklaş, merak etme ısırmam," dedi. Ondan şüpheliyim.
İkiletmeyip ona doğru adımladım ve masasının karşısında durdum. Birkaç saniye yüzümü inceledikten sonra ayağa kalkıp bana arkasını döndü ve odasının eşsiz boğaz manzaralı büyük pencerelerine yöneldi.
Hala bana arkası dönükken "Atlas'la aranızda ne var?" diye sordu sert sesiyle.
"Bir şey yok. Arkadaşız sadece." Gerginlikten yutkunmakta bile zorlanıyordum.
Anında bana döndü ve sinirli bakışlarla yüzümü eritirken masanın etrafından dolanıp arkama geçti. Ona dönmek istedim ama kolumdan tuttu ve hareketimi engelledi.
Ona hala arkam dönük bir şekilde manzarayı izliyor, kaslı göğsü sırtıma değecek kadar yakınımda olduğunu düşünmemeye çalışıyordum.
Kolumdaki tutuşunu sızlayacak kadar acı verene dek sıkılaştırdı. "Arkadaşlarınla öpüşür müsün?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİLGİ
Teen FictionHafifçe kıkırdadı. "Kıskandın mı? "Ben mi? Neyini kıskanacakmışım senin?" Sırıtmaya devam ederken sorumu duymazdan gelerek, "Bana diklenmene bayılıyorum," dedi. Alt dudağını emerken göz ucuyla lavaboya doğru bakıp tekrar bana döndü. "Bu, kesinlikle...