Gözümden bir damla yaş akıp fotoğrafın üstüne damladı. Aktı. Özellikle gözüme sokmak istiyormuş gibi arkamızda bir ağaca yaslanmış bizi izleyen Atlas'ın yüzünün üzerinde durdu.
Felaket derecede başım zonkluyor, kulaklarım uğulduyordu. Ayakta durmakta zorlanınca bir elimle lavabonun kenarına tutundum. Başımı kaldırıp aynadaki aksime baktım. Birkaç dakika önce gülüyorken şimdi rezalet görünüyordum.
Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Atlas beni takip mi ediyordu?
Telefon elimden kayıp yere düştü. Zangır zangır titreyen bedenimi ayakta tutmakta zorlanınca yere oturdum ve sırtımı banyonun kapısına yasladım. Bacaklarımı kendime çekip başımı yasladım. Düşünmem gerekiyordu.
Onunla ilgili anılarımı hatırlamaya çalıştım. İlk karşılaşmamız olduğunu sandığım uçaktaki anı, bana arabasıyla çarpmasını, hastanedeki diyaloglarımızı...
Birden başımı yasladığım dizimden kaldırdım. Bana çarptığında bir şey demişti. Babamla ilgiliydi sanki. Ne olduğunu hatırlayamıyordum ama sanırım babamı tanıyordu. Fotoğrafta gördüklerim yanılsama değildi yani. Atlas beni gerçekten tanıyordu ve sanki yeni tanışmışız gibi davranmıştı. Ama neden?
Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmese de kendimi biraz daha zorladım. Daha fazlasını hatırlamam gerekiyordu. Benim hakkımda ne kadar şey biliyordu?
Hastaneden eve dönüşümüzü hatırladım. Bana adresimi sormamıştı. Sanki bildiği bir yoldan gidiyor gibiydi.
Sinirle elimi alnıma vurdum. Bunu nasıl göz ardı etmiştim? Neden şüphelenmemiştim?
Başka neler kaçırıyordum? Beni ne zamandır takip ediyor olabilirdi?
Çalınan kapı düşüncelerimi böldü. Kim bilir ne kadar zamandır buradaydım. Bir anlığına unutmuş olsam da dışarda benim için hazırlanmış bir doğum günü partisi vardı.
"İdil, hadi çık artık. Ben daha hediyeni vermedim," diye seslenen Şule'nin sesini duydum. Cevap vermeden önce hafifçe boğazımı temizledim ağladığımı anlamaması için.
"Çok sıkışmışım. Birazdan geliyorum," dedim düz sesimle.
Uzaklaşan adım seslerini duyunca rahatlayıp yavaşça yerden kalktım. Gözyaşlarımı elimle dağıtıp durduğum için pandaya dönmüştüm. Aynaya bakarak kendime olabildiğince çeki düzen vermeye çalıştım. Haliyle de makyajımın çoğunu silmiş oldum. İçeridekilerin, özellikle de Atlas'ın ağladığımı anlamaması gerekiyordu. Ona belli etmeden toplayabildiğim kadar bilgi toplamalıydım. Ya da belki yarın babamı arardım.
İyi göründüğüme karar verince banyodan çıktım. Koridorda yürürken sırtımdan ter akıyordu. Korkuyordum. Bana hazırlanan doğum gününe doğru ilerlerken, bu planın sahibi olan adamdan korkuyordum artık.
Tam salona doğru girecekken bileğimin tutulmasıyla duvara doğru yürütüldüm. Atlas'ı gördüğüm gibi panikten bir an elim ayağım boşalsa da hemen başımı yere eğip kontrolü ele almaya çalıştım.
"Amma uzun sürdü gelmen." Çenemden nazikçe tutup başımı kaldırdı. Hala yere bakmakta ısrar ediyordum. "Makyajını silmişsin."
Bana baksın, bana dokunsun istemiyordum. Şu an tanıdığım Atlas değildi. Bana tamamen yabancı bir adamdı. Bana dokunduğunu düşünmek bile korkunçtu.
"Neden bana bakmıyorsun?" diye mırıldandı. Tırnaklarım avuçlarımda kanlı hilaller çizecek kadar derin izler bırakırken mecburen yavaşça gözlerimi kaldırıp gözleriyle buluştum. Bana yabancı olduğunu söylesem de gözleri hala aynı bakıyordu. Toprak gibi. Çikolata gibi. Atlas gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİLGİ
Teen FictionHafifçe kıkırdadı. "Kıskandın mı? "Ben mi? Neyini kıskanacakmışım senin?" Sırıtmaya devam ederken sorumu duymazdan gelerek, "Bana diklenmene bayılıyorum," dedi. Alt dudağını emerken göz ucuyla lavaboya doğru bakıp tekrar bana döndü. "Bu, kesinlikle...