Biraz mesafenin ikimize de iyi geleceğini Ulaş'a da söylemem gerekirdi.
Çünkü sanırım o, ilişkimizde bir sorun olduğunu göremiyordu. Rica minnet getirtemediğim evime, tartışınca kendiliğinden gelmişti.
Ona hiç yüz vermeden salonda oturup telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Kuzeniyle görüşmek istiyorsa görüşebilirdi ama benim şu anda onunla öğretmen - öğrenci ilişkisinden farklı bir diyalog kurmaya niyetim yoktu.
Yüzsüzce gelip koltukta yanıma oturdu ve "N'aber İdil?" diye sordu.
"İyiyim hocam, siz nasılsınız?" diyerek telefondan başımı kaldırıp ona gülümsedim.
Keyifli ifadesi bir anda silindi ve az ötemizdeki mutfakta tabaklara kuruyemiş dolduran Şule'ye bir bakış atıp tekrar bana döndü. Fısıldayarak "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama şu an bu konuşmayı yapmanın hiç sırası değil," dedi.
Onunla konuşmak isteyen kimdi? Eğer benimle birlikte olmaya devam etmek istiyorsa artık konuşmak için kıçını yırtan taraf olmayacaktım.
"Bana laf atan sendin," dedim ve Şule geldiği gibi telefonuma döndüm.
Yine o rezalet filmlerini izlemeyecektim. Orta sehpada duran kumandayı kaptığım gibi güzel bir gerilim filmi bulup açtım.
İki saatlik mükemmel filmin bitişiyle salondaki iki kuzenin ufkunu az da olsa genişletebildiğime sevinmiştim. Onlar oturmuş filmin şaibeli sonunu tartışırken saat daha 23.34'ü gösteriyordu ama ben esnemeye başlamıştım.
Birkaç gündür derslerim hep sabah 8'de başlayıp geç saatlerde bittiği için fazlasıyla yorgundum. Yarın dersim öğleden sonra olduğundan uzun uzun uyuyabilirdim.
Esnediğimi gören Şule bana ayıp olmasın diye yavaştan Ulaş'ı kışkışlamaya başlayınca itiraz etmedim. Yine de Ulaş'ı geçirmek için aşağıya kadar ben indim. Dış kapıyı açtığı gibi "Hadi iyi geceler," deyip dönecekken kolumdan tuttu.
"Uzatacak mısın İdil?" dedi. Gerçekten komik bir şey söylemiş gibi gülmeye başladım. Sorunun öpüşme olduğunu sanıyordu, ya da altında yatan nedeni biliyor ve görmezden geliyordu.
"Bu gece konuşmayalım Ulaş, konuştukça geriliyorum. Çok yorgunum, başka zaman," deyip kestirip attım.
Sıkıntılı bir nefes verip "Tamam," dedi ve arabasına bindi. Araba gözden kaybolana kadar onu izledim.
Apartmana geri girmek üzere arkamı dönmüştüm ki çok yakınımızdaki parkta tanıdık olduğunu sandığım birinin sesini duydum.
Temkinli bir şekilde yaklaştım ve binanın duvarı boyunca sessizce yürüdüm. Duvarı dönünce park, yaklaşık 15 metre ilerimde kalıyordu. Yürüdüğüm duvarın köşesine gelince yaslandım ve hafifçe başımı eğip parkı görmeye çalıştım.
Tahminimde yanılmamıştım. Karanlıkta zar zor seçebilsem de arkası dönük bir şekilde bankta oturan kişiyi üstündeki monttan tanımıştım. Daha bugün gördüğüm kıyafetlerin sahibi Atlas'tı. Burada ne işi vardı?
Bankın karşısında ayakta duran bir adam, hararetli bir şekilde Atlas'a bir şeyler anlatıyordu. Uğultularını işitince daha fazlası için dikkatle kulak kabarttım.
"Daha ne kadar bekleyeceğiz? Neyin araştırması bu bir türlü bitiremedin Atlas?"
Atlas derin bir nefes aldı. Bıkkınca "Ne yapayım, sırf babam dedi diye körü körüne mi öldüreyim?" Duraksadı. Konuşması biraz yayıktı, dili dolanıyordu sanki. "Kafama oturmayan şeyler var sadece."
Bir anda buz kestim. Adam öldürmekten mi bahsediyordu? Atlas, bir katil miydi?
"Senin kafana-" Atlas'ın karşısındaki adam neredeyse bağıracakken sesini kesti. "Ne yapacaksan çabucak yap bitir. Daha fazla bekletirsen ben yapacağım çünkü," dedi ve uzaklaşıp parkın dışındaki Atlas'ın arabasının yanındaki bir başka arabaya binip gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİLGİ
Teen FictionHafifçe kıkırdadı. "Kıskandın mı? "Ben mi? Neyini kıskanacakmışım senin?" Sırıtmaya devam ederken sorumu duymazdan gelerek, "Bana diklenmene bayılıyorum," dedi. Alt dudağını emerken göz ucuyla lavaboya doğru bakıp tekrar bana döndü. "Bu, kesinlikle...