"Neden imkansız?" gözlerini kısmış kızın vereceği cevabı bekliyordu.
"Bu topraklar da bin yıllık geçmişe uzanan aile olması mübadele ile imkanını kaybetti sanıyorum. Yani eski sakinleri buraları terk edeli bir asır oldu ve onlardan geriye pek fazla bir şey kalmadı gibi gözüküyor." dedi hüzünlü bir sesle.
Osman genç kızın samimi itirafına acılı bir şekilde baktı. Sonra hayır anlamında başını sallayarak; "Aslında gidenlerden her yerde onlardan kalan çok izler var." dedi donuk gözlerle kıza bakarak.
"Mesela!" diyen kıza tek kaşını kaldıran Osman onun öğrenme isteğiyle yerinde kıpraştığını gördüğünde bu sefer gülümsemesi sessiz bir kahkahaya dönüştü. Adam kıza doğrudan dönerek parmağını ona doğrultup "Sende bile izlerini bırakıp gitmişler." dedi.
Adamın bu saçma izahını psikolojisinin iyi olmadığına yormuştu genç kız. Hatta belki de kırlarda dolaşan bir deliydi. Ben de oturmuş burada bir deliyle muhabbet ediyorum diye düşündü.
Kızın kendini tuhaf bir şekilde süzdüğünü görünce söylemek istediğini açıkladı; "Şivende onlardan etkiler var." dedi. Romeika dilinden esintiler olduğunu daha kadının ilk konuşmaya başladığı an anlamıştı. Sesine ne hoş bir nağme veriyordu. Kendisi ise Türk dili öğrenimini titizlikle aldığı için diller arasında geçiş yaparken şivesi olmuyordu.
"Benim şivem lazlardan esinleniyor diye biliyorum." Dedi genç kız şaşırarak. Çünkü ilk defa böyle bir açıklama duymuştu.
"Hayır." Dedi Osman "Şiven bu topraklarda üç bin yıllık geçmişleri olan pontusların etkileşiminden geliyor." Birden heyecanlanarak ayağa kalktı ve konuşmaya devam etti.
"Bak!" dedi. "Şu tepelerin, köylerin isimleri onların isimleridir, duyduğun müzik onların güftesidir, yediğin yemek onların lezzetidir, konuştuğun dil onların dilidir, folklor, oyunların o insanların ruhudur ama böyle olduğu halde sen, ben gider onlara kin kusar, lanet eder, nefretle anarız. Bu haksızlık değil midir?" diye sordu kıza hiddetlenerek, yeşil gözler kızıla dönmüş kıvılcımlar çıkarıyordu.
Adamın öfkeli halinden genç kız korkmuş, ağacın gövdesine sinmiş, sanki bunların suçlusu kendisiymiş gibi başını kucağına düşürmüştü. Genç kızın bu hali karşısında verdiği tepkiden utandı Osman. Ne zaman bu tarz konulara girerse istemsizce bu tepkiyi veriyordu. Elinde değildi bir avuç insanın bir takım faşistlerin egemen olma tutkuları için yaşadığı aşağılanma ve sürülmeyi hazmedemiyordu. Güçler yer değiştirdiği zaman böyle trajedilerin yaşanması neden olağan bir seyirdir? O küçük topluluğu bağından evinden koparmak nasıl bir vicdansızlıktır? Bin yıllık sorunlar içinde yüzerken, kızın "Ben gitsem iyi olacak." dediğini duydu. Ona bakınca üstü başına çeki düzen verdiğini üzerindeki tozları sildiğini gördü. Galiba bu ani hezeyanıyla kızı korkutmuştu. Yanına yaklaşarak pişmanlığını belli eden ifadeyle "Özür dilerim." dedi. "Maksadım sizi korkutup kaçırmak değildi."
Genç kız adamın samimi özrünü kabul etti ve "Önemli değil, zaten gitmem gerekiyor. Geç kaldım." dedi.
Osman o an aklına gelen düşünceyle genç kız için endişe ederek; "Siz bu bölgeye nasıl geçtiniz?" diye sordu.
Genç kız soru soran gözlerle adama baktığında az çok ne demek istediğini anladı çünkü bu çayırlığa geçebilmek için iki metreye yakın bir hendeğin üzerinden atlaması gerekiyordu. Bakışlarını suçlu bir kaçak gibi adamdan kaçırdığında kendini ele vermiş oldu. Gerçi çayırlığa gelebilmek için başka bir alternatif yol da bilmiyordu. Kızın ellerini birbirine kenetlemiş, süt dökmüş kedi gibi duran haline sesli bir nefes verdi. Parmağını öğretmen edasıyla kadına doğru sallayarak ders verir gibi ciddi bir şekilde;
"Heyecan tehlikelere atılmadan da yaşanılır küçük hanım. Kendi canının güvenliği seni sıradanlaştırmaz, esir etmez bilakis özgürleştirir, önemli olan güzel bakabilmektir. Baktığın çiçek böcek dahi olsa onda keşfettiğin yeni şeyler bile sana heyecan katacaktır." Kıza daha da yaklaşarak işaret parmağıyla başına hafifçe dokundu" Bu beynin senin algılarını yönetir ve senin elinde. Tutkularına yenik düşme. Yoksa devamlı acıkırsın." dedi gülerek.
Kızın gözlerinde ki masumluğa istemsizce çekildi. Elini, yüzüne düşen saçlarını geriye atarken buldu yeniden. Biliyordu bunu yapmamalıydı ondan uzak durup geldiği yere dönmesine izin vermeliydi.
"Bana tehlikelerden uzak durmamı söylemiştiniz." dedi kız Osman'ın dokunuşlarından etkilendiğini belli eden boğuk çıkan bir sesle.
Duyduğu söz üzerine tek kaşını kaldırıp kıza baktı ve; "Ben tehlikeliyim öyle mi?" dedi muzipçe.
"Değil misiniz?"
Nasıl cevap vereceğini şaşıran Osman alnını buruşturdu saçlarını taradı. Sonra açıklama bekleyen masum bakışlı gözlere odaklanarak; "Benden korkmanız için hiçbir sebep yok size zarar vermem." dedi samimiyetini gözlerine yansıtarak.
"Neden bana zarar vermezsiniz?"
Kızın sorusuna şaşırmış hatta üstelemesinden hoşlanmamıştı ama yine de cevap verdi dürüstlükle; "Çünkü ben ilkeli, inançlı bir adamım ve bu inandığım değerler kırlarda at koştururken beni ezmeye çalışan pervasız bir kadını bile affedip, onun için endişe etmemi sağlıyor."
"Ortalık ilkeli, inançlı namussuzlarla dolu." dedi pat diye genç kız. Ama bu sözün ağzından çıkması ile pişman olması aynı anda oldu. Düşünmeden konuştuğu için kendisine kızdı. Hep böyle söylediğinin nereye gidişini hesap etmeden patavatsızlık ederdi. Dilinin kemiği hiç yoktu. Aklına geleni mantık süzgecinden geçirmeden karşı tarafa iletirdi. Ancak çayırlıkta yabancı bir adam ile yalnız olduğunu anladığında onu kışkırtmanın kendi sağlığı için pek iyi bir şey olmadığını düşündü. Adamın ciddileşmiş, sert yüz ifadesine bürünmüş olması kendi lehine hayra alamet gibi gözükmüyordu.
Kızın az evvel ki yapay cesaretini kaybettiğini gören Osman başını olumsuz bir şekilde salladı. Kendinden daha fazla korkmasını istemiyordu o yüzden neden böyle düşündüğünü açıklaması için ona fırsat tanımaya karar verdi. Böylece kendini ifade ettiği için endişeleri gider, azda olsa güvenilir biri olduğunu göstermiş olurdu. Kadına doğru döndü ve son derece müşfik olmaya çalışarak;
"İnançlar doğrultusunda yaşamaya gayret gösteren, ilkeleri olan bir adamın yanlış yapacağını sanmıyorum." dedi ve kızın açıklamasını merak ederek ona sıcacık yeşil gözleriyle bakmaya başladı. Acaba şimdi ne yumurtlayacak diye düşünmeden de edemedi.
Adamın sıcak tebessümüyle kendine yönelttiği sorusuna karşı fikirlerinin merak edilmesine sevinmişti. O yüzden hevesli bir şekilde izah etmeye başladı.
"İnançlar taassuba varacak kadar, tehlikeli bir uçurum kenarında ise sonuçlar yozlaşma vaat edebilir ya da kendi çıkarları için istismar aracı olarak kullanılabilir. O yüzden kişileri inançları doğrultusunda değil insanlığı konusunda değerlendirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Aslında inancını nasıl anlayıp yaşadığına bağlı bir konu bu."
Böyle bir itirafı beklemeyen Osman kısılmış gözlerle kıza iyice bakarak onu incelemeye başladı, göründüğü gibi yüzeysel olmadığını, keşfedilmeyi bekleyen derinlikleri olduğunu anladı. "Haklısın." dedi başını evet anlamında sallayarak. Sonra ciddi havayı dağıtmak istedi, üsten kıza doğru bakarak; "O zaman savunmamı değiştiriyorum. Ben çok insancıl biriyim." dedi sırıtarak
"Eminim öylesinizdir." dedi kız gözlerini devirerek. Bulaşıcı olan adamın gülmesiyle kendisinin de otuz iki dişini gösterecek kadar sırıttığını fark ettiğinde ağzını kapattı ve kolunda ki saatine bakarak; "Ben gitsem iyi olacak." dedi ve acele ederek adamı öylece arkasında bırakarak İsabele doğru yöneldi. Atın yularından tutarak üzerine binmek için yüksek bir tümsek bakındı ama nafile her yer dümdüz ova şeklindeydi.
"Galiba bana muhtaçsınız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomanceKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...