Cennetin rüzgarı atın iki kulağı arasında eser.
21 Aralık 1990
Önünde uzayıp giden uçsuz bucaksız yeni keşfettiği çayıra hevesli bir şekilde bakıp iç geçirince, bu anı daha fazla ertelememeye karar verdi. Adını İsabel koyduğu atın dizginlerini eline alarak, onu mahmuzladı. Rüzgârı arkasına, temiz havayı içine alarak, atını dört nala doğru sürmeye başladı. Bu duyguyu seviyordu, kendini özgür ve cesur hissediyordu.
Hazzın genç bedende yaratmış olduğu tesirin etkisiyle coşkuya kapılarak başındaki bandanayı çekerek, saçlarını mahpus olan yerinden çıkardı. Esintinin solan yaprakları savurduğu gibi saçlarını da hava da uçuşan toz zerreleriyle birlikte, dağıtmasına izin verdi. At sürmek hele de dört nala gitmek onun için birkaç aylık yeni öğrendiği tecrübelerden biriydi. Kısa zaman da bu denli korkusuz ve pervasız olması , İsabelin ona sunduğu güven duygusundan geliyordu. Sanki en ufak sarsak, dengesiz hareketini seziyor, adımlarını süvarisine göre ayarlıyordu.
İkisi arasında hiçbir faninin anlayamayacağı bir bağ oluşmuştu.Onu ilk gördüğü günleri hatırladı. Ahırın en arka bölmelerinin birinde yalnız bırakılmıştı. Kaburgaları sayılacak kadar zayıflamış, çirkin bir hayvana dönüşmüştü. Dikkatini çekmiş, böyle olmasının sebebinin şımarık ve kaprisli genç bir kızın acımasız davranışlarının olduğunu öğrenmişti. Kötü muameleye daha fazla dayanamayan hayvancağız kendini ümitsizliğe sevk etmiş, sonrasında koşmayı reddetmişti. Koşmayınca da böylesine yalnızlığa terk edilmişti.
Neyse ki yaşanan bu talihsiz olayı maziye bırakmışlardı. Şu an ikisi içinde önlerinde uzayıp giden kırların tadını çıkarmak kalmıştı. Eski kederli sis bulutunu sevince çevirerek bu olağan hazzı iliklerine kadar yaşamaya odaklandı.
Osman, günlük telaşlarından eline geçirdiği boş vakitlerini yürüyerek veya at binerek geçirirdi. Bugünde uyumamış sabahın erken vaktinde spor yapmıştı. Bir saatlik tempolu yürüyüşten sonra kendini iyice yormuş dinlenmek için çayırda uzanmaya karar vermişti. Şu an kendini dünyanın en şanslı insanı olarak görüyordu. Tabiatın güzelliğini müşahede ediyor onun için bestelenen müziği duyumsuyordu.
Kış mevsimine göre hava gayet ılıktı bugün. Güneş, insanın içine kasvet veren kara bulutları, günlerden sonra dağıtmış, kendini göstermişti. Ölmüş, sararmış doğaya bir ümit ışığı olarak doğmuştu yeniden. Uykudan uyanan canlılar güneşe merhaba diyerek kozmik ilahide kendine verilen günlük görevlerini ahenk içinde yapmaya başlamışlardı.
Osman bu büyülü atmosferin içinde derin düşüncelere dalmış olduğu için üzerine doğru dört nala gelen atlıyı son anda fark edebildi. Kendini kurtarmak için ani refleksle ayağa kalkmak isteği, şaha kalkan hayvanın toynaklarının darbesi ile engellenirken, atın üzerinde dengesini kaybeden süvarisi de onun üzerine düşüverdi. Kucağına düşen varlığın ne olduğunu anlamadan zeminle buluşmuştu. Sırtı yere sert çarpmasıyla incinen kaburgası yüzünden 'ah'diye acı bir nida ağzından çıkıverdi. Saniyeler içinde gerçekleşen olayın etkisiyle ne olduğunu henüz idrak edecek seviyede olmadığı için üzerinde uzanan varlığa sesini çıkarmadı. Nefes sesinden kadın olduğunu anlamıştı ama yine de başını kaldırmadan gökyüzüne doğru baktı. Gökten düşmüş olabilir mi? diye düşündü. Çünkü yaşadığı çevrede at süren erkeği nadir, kadını ise hiç görmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomansaKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...