22 Ocak 1991
Aşk vazgeçebilmektir. Mecnun misali aydan, Musa gibi saraydan vazgeçebilmektir.
Seni yeniden hissedebilmek için çoğu şeyden vazgeçebilirdim. Senin ışıltın için sana koşabilirdim. Seni sonsuza kadar sever ve bağrıma basardım, eğer uzattığım elime tutunabilseydin yapardım masum sevgilim.
Osman yaşadığı talihsiz olaylar yüzünden kendini kütüphaneye kapatmış işleri ve dünyayı boş vermişti. Sadece ailesiyle akşam yemeğinde bir araya geliyordu. Sabahları ise çayırlıkta Melisa ile geçirdiği en huzurlu günlerini özlemle yad ediyordu. Şimdide oturmuş hasretini kalemiyle dile getiriyordu. Fakat annesinin sesini duyunca rahatsız edildiği için huzuru yeniden kaçıverdi.
"Osman dışarıda seni görmek isteyen birileri var. Çok acilmiş diyorlar." diyerek kilitli kapının ardından sesini duyurmak amacıyla yüksek sesle konuşan annesine karşı istemsizce kaşlarını çatsa da gelen adamların aciliyetleri düşündürücüydü.
"Tamam geliyorum." diye sıkıntıyla cevap veren Osman sığınağından ayrılmak üzere evin ön bahçesine doğru adımladı. Avludaki adamlara çatık kaşlarla bakan Osman dertlerini sorunca eline okuması için bir not uzatınca hiç gecikmeden ikiye katlanmış kağıtı açıp içindekileri bir bakışla okuyan Osman ardından gelen öfkeyle adamların yakasına yapışarak; "Hemen beni Cavit'e götürün." diye emretti.
Cemal Arkan elinde kahvesi koltuğunda oturmuş bahçesindeki solmuş canlılığa bakıyordu. Biliyordu ömrünün de bu bahçe gibi kış mevsiminde olduğunu, sararıp solan yapraklar gibi aslına gitmeye yakın olduğunu. İnsan yaprak gibi açar, yeşerir, vakti gelince solar, bilinmeyen meçhule savrulurdu. Sonrasında gidenlerin yerine yeni yapraklar gelirdi. Bahar insanlığın başlangıcı, kış ise ölümünü simgeliyordu. Ama gitmeden evvel birikimini, özel gördüğü talebesine aktardığı için seviniyordu. Lakin yetim ve öksüz büyüyen torunlarını bitmeyen yalnızlıkları ile baş başa bırakacağı içinde zaman zaman dertli düşüncelere dalıyordu. Onların kendi ailelerini kurup mutlu olduklarını görmek bu fani dünyada arzuladığı son şeydi. Lakin günler geçtikçe de bu konuda da ümitsizliğe kapılıyor, yaşlı kalbi keder dehlizinde yüzüyordu. Yine de ümit kapısını tam kapatmayıp onlar için her daim dilinden düşürmediği dualarını eksik etmiyordu. Şu an sadece elinden gelen varlığının sebebi olan duaya sarılmaktı. Yaratan da demiyor muydu ki, insan duası kadar değerliydi.
"Afiyet olsun dedeciğim." diyen Kenan'ın vakitsiz duyduğu sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Demek ki aynı anda birbirlerini düşünecek kadar etkileşimleri kuvvetliydi. Ya da sadece tesadüften ibaretti. Kim bilebilir ki gönüllerden akıp giden duyguları yaratandan gayri.
"Kenan oğlum sen miydin?" diye dalgınca mırıldandı torununa.
"Ta kendisi"
"Haylaz oğlan sessizce geldiğin için ürküttün beni. Böyle sansar gibi sinsi olmayı nasıl beceriyorsun anlamış değilim?"
Dedesinin karşısında ki koltuğa oturdu. Sonrasında yaşlı adama takılarak; "Çok dalgın görünüyordun. Bu sebeple ayak seslerimi bile duymadın. Söylesene hangi güzel seni böyle derin düşüncelere sevk etti dedeciğim? Yoksa cici nene mi geliyor ha? Seni gidi yaşlı çapkın seni."
Torunun her zaman ki alayını duymazdan gelerek; "Hangi dağda kurt öldü. Senin bu saatte evde olduğun görülecek iş değil. Yoksa- "
"Dedemi çok özledim." diyerek yaşlı adamın sözünü aceleyle kesen Kenan konuşmasına devam etti; "Şöyle yanında olsam da o tombul beyaz yanaklarını sıkıp öpsem diye geçirdim içimden. Ne! Seni özleyemez miyim?" diye sordu Kenan sırıtarak. Aynı şekilde dedesi de gülümsüyordu. Yaşlı adam onun için her şeydi. Baba, ana, aile ve sırtını dayanacağı koca çınardı. Ve bu çınarın kanatlarının altında ömrü boyunca olmayı istemekten başka emin yolda bilmiyordu. Huzurun simgesiydi. Şu an o sıcacık huzur bile bir nebze sertliğine ve hoyratlığına merhem oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomanceKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...