21.bölüm

105 34 0
                                    

27 Ocak 1991

Hayallerinize yakışan adamları kaybetmeyin.

Bugünlerde kış soğuğuyla beraber fırtınasıyla da etkiliydi. Havada ve karada esen rüzgar bütün şehri olumsuz anlamda etkilerken çıkarttığı tiz ses boşlukta sert bir şekilde yankılanıyordu. Kuşları yuvalarından çıkarıp onları başka arayışlara sevk ediyordu. Irmaklara karışan ıslık sesi camların boşluklarından geçip kulaklara ulaşıyordu. Bu sese aşina olanlar peşinden gelecek bereketi bekliyordu, olmayanlar ise kulaklarını bu mucizeye kapatıyordu.

Osman ise fırtınayı iki yönlü yaşıyordu hasretinden dolayı. Daha doğrusu sadece kalbinin rüzgarına kapılmış sağa sola cılız bir fidan gibi savruluyordu. Kaybetmenin acısını yenemiyor faturasını şiddetli ödüyordu. Sevgiliye olan hasreti öylesine kavurucuydu ki zemheri kış soğuğu bile söndürmeye yetmiyordu ateşini. Çalışmak düşünmeye bir nebze engel olur diye kendini işlerine vermiş yirmi dört saat çalışıyordu. Bu esnada Handan hanım onun kayıp ruh gibi dolanmasını endişeyle takip ediyor, elinden bir şey gelemediği için de üzülmekten başka bir şey yapamıyordu. Kahvaltı masasında Osman'ın birkaç atıştırmalıktan sonra kaşlarını çatarak kahve içmesini kalbi cızırdayarak izliyordu. Acaba onu sessizce izlemek yerine içini dökmesine yardımcı olmak daha iyi olamaz mıydı? Aklına yeni gelen bu fikre sarılıp hafifçe öksürerek Osman'ın dikkatini çekmeye çalıştı.

"Hasta mısın anne? Kendine dikkat et. Bu aralar soğuklar fena bastırdı." diyerek annesini uyarma ihtiyacı hissetti Osman.

Oğlunun kendisini düşünmekten çok annesini düşünmesine acı acı gülümseyerek; "Teşekkür ederim beni düşündüğün için ama kendini düşünsen daha iyi edersin." diyerek endişesini açıkça söyleyiverdi kadıncağız.

Osman annesini duymamış gibi yaparak sabit bir noktaya bakarken gülümsedi. Aldırmıyor gibi dururken yüzünde annesinin onun için meraklı olmamasını sağlamak adına mutluluk maskesini taktı. Lakin açık bir kitap gibi evladını okuma özelliğine sahip kadıncağız ise onun kamuflajına kanmadı.

"Günlerdir sesin çıkmıyor. Böyle dert küpü olmuş gibi dolanıyorsun. Benimle konuşabilirsin. İçini dökmek seni ferahlatacaktır. Seni yargılamadan benden başka kim dinleyebilir oğlum? Ne olursa olsun hep arkanda olacağımı bilmeni isterim. Sen benim bu hayattaki en değerli varlığımsın. Senin önümde böylesine eriyip gitmene seyirci kalamıyorum. Affet beni."

Osman kahve fincanını tabağına yerleştirdi. Annesine gülümseyerek baktı ve sonra elini annesinin elinin üzerine koyarak; "Canım anam seni de üzdüğüm için esas sen affet beni. Ama biraz zamana ihtiyacım var sonrasında alışacağım. İnsan neye alışmıyor ki. Şu an yeni olduğu için kabullenmekte zorlanıyorum sadece." diyerek umutla annesinin gözlerinin içine bakarak konuştu Osman.

"Peki, sen nasıl istersen." diyen Handan hanım oğlunu daha fazla yormak istemeyerek üzerinde durmadı. Hatırlatmak, unutmak isteyene ilaç değil daha fazla zehir oluyordu çünkü.

"Azelya nerelerde yoksa hala uyuyor mu?" diye sorarak annesinin merakını kendi üzerinden çekmek istedi.

"Sınav haftası olduğu için fazla yorulmuştu. Biraz dinlesin diye kendi haline bıraktım."

"Dinlensin." dediği zaman Osman bahçelerine gelen araba sesiyle dikkatini oraya verdi.

"Sabah misafirimiz var herhalde. Sen otur ben ilgilenirim." diyerek yerinden kalktı ve habersiz gelen misafirini karşılamaya giden Osman gördüğü kişiyle yüzünü buruşturdu.

İdil öfkeyle aracından inip kapıyı sertçe kapatarak kendisine bakan çiftlik çalışanlarına aldırmadan olanca sesiyle bağırmaya başladı.

"Sen kim oluyorsun da bizi bu topraklardan sürmeye kalkıyorsun? Bize bunu yaptığına inanamıyorum. Bunca yılın hiç mi hatırı yoktu?"

Ander İkbalimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin