Melisa'nın her zamanki gibi karşısında ağlamasından memnun olmayan Kenan sinirlerinin gerilmesiyle sonucunu düşünmeden verdiği ani tepkiyle; "İn arabadan." diye sert bir tonla tısladı kıza doğru.
Melisa daha fazla bu adama kendisi adına paye vermemek uğruna kovulmuş olduğu arabadan hiç tereddüt etmeden inip, kapıyı sertçe suratına çarpmayı da ihmal etmedi. Sonra fevri adımlarla inin, cinin nadir geçtiği ıssız dağ yolunda arkasına bile bakmadan yanına aldığı gurur kırıntılarıyla süratli bir şekilde ufukta batmakta olan güneşin bıraktığı karanlığa doğru yürüdü.
"Aptal, aptal nasıl unutursun nasıl?" diye kafasına vuruyor bir yandan da akşam bastırmadan hızlıca yol alıyordu. Çiftliğe ne kadar kaldığını tamamen bilmese bile yaklaşık yaya yoluyla bir saatlik yürüyüşe tekabül ettiğini varsayıyordu Kenan'a beddualar ediyor bir yandan da kendine deliler gibi kızmaktan geri durmuyordu.
"Kenan Arkan, beni rezil gülünç duruma soktuğun için şerefine şampanya patlatmalı. Eşin ve dostunla parti yapıp bunu kutlamalısın. Hatta bu iğrenç başarın için seni ödüllendirmeliler. Yok yok bu yetmez, sana nişanlar madalyalar takmalılar." diye bağırıp çağırırken dengesini kaybederek dizlerinin üzerine düşüverdi.
"Allah kahretsin seni de beni de." diye söylenip durduğu yerde yığılarak hıçkıra hıçkıra yüksek sesle ağlıyordu. Minareden yankılanan ezan sesleriyle birlikte çakalların ulumasıyla hıçkırdığı yerden kalktı. Telaşla sağa sola bakıp, korkunun yaratmış olduğu panik haliyle peşinden kovalayan bir şeyler varmış gibi genişleyen hayal dünyasının etkisiyle koşmaya başladı. Issız bir orman yolunda tek başınaydı. Ayılara, domuzlara, çakallara yem olmak için hiçbir engel yoktu. Karanlık daha fazla çökmeden bir hayli yol katetmeyi düşündüğü için sadece kendini hedefine vermiş, koşuyor yorulduğunda çok az soluklanıyor ve yine durmaksızın koşuyordu.
Çiftliğe yaklaşmaya tahminen yüz metre kala geldiği bir ağacın altına soluklanmak için oturmuş vaziyette beklerken çökmüş olan karanlık daha fazla ürperti duymasına neden oldu. Korku ve soğuk bütün iliklerini sarmış vaziyette, oturduğu ağaç kovuğunda şu yaşamış olduğu talihsizliği düşünüyordu. Burada sefil bir halde çıplak doğaya bırakılıp terk edilmiş; karanlığa, ayaza ve açlığa mahkum edilmiş bir suçlu gibi kaderiyle baş başa bırakılmıştı. Yalnız, kimsesiz, sahipsiz bir kuzu yavrusu gibi vahşi hayvanların akşam yemeği olmak için mükemmel bir hedef tahtası idi. Karanlığın içinde bilmediği, görmediği belli olmayan başka tehlikelerde onu bekliyordu. Bazı zamanlarda görünmez varlıklar tarafından izlenilip takip edildiğini düşünürdü şu an olduğu gibi. Ağlamayı bırakıp göz yaşlarını silip yerden destek alarak ayağa kalktı. Sağa sola bakmaya başlayınca kayalıklarda beliren beyazlıkla beraber hışırtı sesi duydu. Sonra avazı çıktığı kadar bağırarak dik nefesle koşmaya başladı. Ne tarafa, hangi yöne gittiğini bilmeden sadece koşuyordu ta ki yolda ki çukura düşene kadar.
Düştüğü çukura kapaklanan Melisa, arkasında duyduğu nefes seslerinin görünmez varlıklar olduğu düşüncesiyle doğrulmaya çalıştı. Nefes sesinin daha fazla yaklaştığını anladığında, ayıları kış uykusundan uyandıracak bir şekilde acı bir çığlık atarak geçirmiş olduğu sinir kriziyle bayılıp yere yığıldı.
Kenan arabasından kovduğu kızın kapıyı sertçe vurup hızlı bir şekilde kaybolmasını hissiz bir şekilde izlerken geri dönüp gitmeyi çok istediği halde arabadan inmiş, onu takip etmeye başlamıştı. Sağ salim çiftliğe gittiğini anlamak için bu yolu denemekten başka şansı yoktu çünkü kızı geri çağırmak tükürdüğünü yalamak olurdu ve Kenan Arkan asla geri adım atacak bir harekette bulunmazdı. O, kendi dünyasında yarattığı görünmez duvarlar ardında kalanları dışlıyor, birkaç dostu ve ailesi dışında kimseye eyvallah demiyordu. Melisa'nın tek yanlışı ise böyle bir karakterle kaderinin birleşmesiydi.
Kenan karanlıkta epeyce uzaklaşan kızın varlığından deliller bulmak için adımlarını hızlandırdı. Yirmi metre ilerde bir gölgenin yere kapanmış olduğunu fark ettiğinde, yavaşça ona doğru ilerledi. Birkaç adım atmıştı ki, duyduğu çığlıkla donup kaldı. Sonunda çığlığın Melisa'dan geldiğini anladığında telaşa kapıldı. Ona doğru gitmek için atağa geçtiğinde, İdris efendinin elinde fener ile kıza doğru koştuğunu gördü. İdris'e görünmemek için birkaç adım geri çekildi. Kıza doğru eğilip bir şeyler söylediğini duyumsadı. Kucağında kızı bir ölü gibi taşıdığını gördüğünde, kendisine de Melisa ile beraber lanetler okudu. Savunmasız aciz bir kadına karşı bu denli acımasız olmasına sebep olduğu için kızı suçlayıp kendini ise aklıyordu. Elleri ile yüzünü sıvazlayıp önüne gelen taşı tekmeleyerek öfkesini çıkarıyordu. Bir yandan da iç dünyası ile yoğun bir şekilde muhasebe ediyordu.
"Bunu nasıl yaparsın Kenan?"
"Sen bu kadar merhametsiz misin? Masum bir kadının çaresizliğinden faydalanacak kadar zalim misin?"
"Ona zarar verdin. Bir insana, bir kadına kıydın hiç acımadan büyük bir zevkle bunu yaptın. Gözünü dahi kırpmadan hesapsız ve vicdansız bir dürtüyle."
"Manyaksın oğlum sen manyak!" diye vicdanının sesiyle hesaplaşan Kenan, çiftliğe doğru gidip kızın durumunu kendi gözleriyle görmeye karar verdi. Yaklaştığında duyduğu seslerle gerilse de neler olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Çiftlik evlerinin ortak avlusuna girip İdris efendi, eşi ve Melisa'nın evin verandasındaki koltuklarda otururken görünce derin bir nefes aldı. Görünmeksizin onları daha net duyacağı çalıların arkasına bir korkak gibi saklandı.
"Nasılsın şimdi?" dedi Emine hanım endişeli bir şekilde.
"İyiyim sağ olun."
"Neden tek başınasın? Anlatmak ister misin?" bu soruyu soran İdris efendi idi.
Melisa elindeki su bardağına boş gözlerle bakarak; "Tek başıma gelmedim. Siz de beni görmediniz " diye söylediğinde, durumu az buçuk idrak eden İdris efendi;
"Belki biraz Cemal efendiye bu durumları anlatsan senin için daha iyi olmaz mı? Bu ilk değildi ve son olup olmayacağını da bilmiyoruz." dedi.
"Hayır böyle bir şeyi ne ben, ne de siz anlatacaksınız tamam mı? Lütfen bana söz verin."
"Kızım neden onun kabahatlerini gizliyorsun?"
Perişan bir halde elindeki su bardağına gözlerini diken Melisa; "Benim yüzümden birbirine sıkı bağlar ile bağlanan dede torun sevgisinin zedelenmesini istemiyorum. Ben çok önemli değilim ve bir gün gideceğim. Giderken de arkamda hoş bir seda yerine kırılan kalpler bırakmak istemiyorum. Cemal dedeyi üzmeyi istemiyorum. Beni anladınız mı? Buna dayanamam." diyen Melisa hıçkırmaya başladı.
"Daha fazla kendini hırpalama kızım." dedi Emine hanım kızın haline üzüntü duyan bir ifadeyle.
"Gel eve girelim biraz ısınmış olursun." diyen İdris efendi eşine işaret vererek kızı kollarından kırılmış bir çiçek gibi itinayla tutarak sıcak yuvalarının içine taşıdılar.
Arkalarından pişmanlıkla bakan Kenan yüreğinde nüks eden ince bir sızı ve ağrıyla gizlenmiş olduğu yerden kimseciklere görünmeden yüzleşmeye cesaret dahi edemeden korkak, kaçak bir suçlu gibi arkasına bakmadan giderken karanlığın içinden yürüyerek gelmiş olduğu cehennem çukuruna geri döndü. Günahın rengine bürünmüş alevlerin içinde acı içinde kavrulurken işlemiş olduğu suçtan dolayı affedilmek için unuttuğu efendisine yönelerek el aman diliyordu.
"Seni ben değil zulmüne uğramış olan kulum affederse bağışlanabilirsin!"
Bu hakikat bir bıçak darbesi gibi acı verecek kadar saplandı yüreğinin en mahrem köşesine, işte o an ödeyeceği bedelin ağırlığı altında yaralı bir sansar gibi başladı inlemeye...
Sevgili okurlar oy ve yorum yaparsanız kitap hakkında ki düşüncelerinizi öğrenmiş olurum ve siz okurlarımı tanımış olurum. 😍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomanceKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...