En güvendiğin insanların, bir yanılgıdan ibaret olduğunu anlayınca köşene çekilirsin. (Bukowski)
Hiçbir mutluluk çok uzun sürmezdi. Belki de kendi beynimizde kurduğumuz bir yanılsamaydı ki bu kadar kısa süre de bir balon gibi sönüyordu. Ortalama bir ömrü tüketmiş birine mutlu olduğunuz bir anınızı anlatın diye sorsanız beş on saniye düşünmeden cevap veremeyecektir. Belki de hiçbir cevabı da olamayacaktı mutluluğa dair. Asırlık bir muamma olan bu duygunun peşinde olanlar baharda kelebek gördüğünde onu yakalamak için koşanlar gibidirler. Kimi tutar o kelebeği avucunun içinde birkaç saniye kimi de peşinden sadece baktığıyla kalıverirdi. Beklentileri asgari seviyede tutmakla iç huzura kavuşsa da bir yanı hep eksik kalacak, tam anlamıyla tatmin olunmayacaktı. Belki de insan başkalarını mutlu etme çabasına girip, kendi iç dünyasına yabancı kalmasından dolayı bulunamayan nimetti mutluluk. Toplumun kabullenilmiş normlarına göre yaşamaya çalışmak, örnek bir insan modeli olmak için uğraşıp didinmek, aileye bağlı uyumlu bir evlat olabilmek uğruna kendini unutan bir insan tipinden mutluluğa dair bir şeyler söylemesini beklemek, kış mevsiminde çiçeklerin açmasını dilemeye benzerdi.
Melisa mutlu olabilmek için iyi evlat olabilmeyi reddederek kendi hislerine öncülük vermişti lakin kara bulutları mutu olacağı günde onu yalnız bırakmamıştı. Aldığı acı haberle apar topar düğünü yarım bırakarak hastaneye koşmuştu. Yoğun bakım ünitesinin olduğu yerde anne ve ninesini boynu bükük ağlar vaziyette bulunca suçluluk duygusuyla dolup taşmıştı.
"Sen buraya hangi yüzle gelebildin?" diyen annesinin kızarmış gözlerinde gördüğü öfkeyle değil mutlu olmayı, ölmeyi diledi Melisa. Ebeveynler çocuklarında kendini görmek istedikleri için tek başına birey olmasına, kendini keşfetmesine, duygusal arayışlarda bulunmasına sıcak bakmazlardı. Sahipleri olduklarını düşündükleri biricik yavruları onların derdiyle dertlenmeli, onların gözüyle bakmalı, onların sözüyle sevmeliydi. Melisa asrın hatasını yaparak toplumun ve ailenin bilinen dayatmasına çomağı sokmuştu. Ama bu soktuğu yer arı kovanından farksızdı çünkü kendi bilindik kalıplarını korumak için her tülü saldırıya geçmekten geri durmayacaklardı.
Annesinin oturduğu koltukta çökmüş gibi görünen hali yüzünden söylediği sözü duymamış gibi yapmayı tercih etti. Kendini savunacak söz söylemenin yeri ve zamanı değildi. Olsaydı da söyleyecek sözü olur muydu? Anlatırsa annesi onu dinleyip anlamaya çalışır mıydı? Bildiği bir şey varsa o da böyle bir ihtimalin olmayacağıydı. Annesindeki öfkeyi gördükten sonra asla affedilmeyeceğini anlamıştı. Ana kucağından sonsuza kadar mahrum kalacağını farketmesi bıçak darbesi gibiydi. Ne ironiydi sevdiğine kavuşmak için sevdiklerinden vazgeçmek; büyük talihsizlikti.
Gülizar hanım kocasının krize girmesine sebep olan kızına bakmaya dayanamayarak başını yere çevirdi ama dişlerinin arasından tıslayarak "Git buradan." demeyi ihmal etmedi.
"Anne!" diye yalvarır bir ifadeyle seslenen Melisa zorla da olsa birkaç adım atarak annesine yaklaştı. Lakin yanı başına gidip ona sarılacak gücü yoktu. Olsa da izni yoktu. Gülizar hanım evladına kırılmış bir anne edasıyla davranıp kızının yakarışlarını duymazdan geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomanceKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...