En delikanlı mevsimdir kış. Yüzüne yüzüne vurur yalnızlığını.
28 Aralık 1990
Lapa lapa yağan kar, seyredene huzur ve güzel bir manzara bizzat temaşa edene ise kalender soğuğunu iliklere kadar hissettiriyordu. Bir kadın gibi bembeyaz çıplaklığını teşhir ederek sere serpe uzanmış, gel dokun bana uçuşan tanelerim sıcak ellerinde erisin diyordu.
Melisa odasında camının önündeki sandalyeye oturmuş, masasında kalem ve hokka mürekkebiyle kaligrafi çalışıyordu. Harflere anlam, ahenk ve hünerli bir şekilde biçim vermek ruhuna yenilik katıyor olumsuz düşüncelerden soyup arındırıyordu. Dahası tabiatın beyaz örtüsü, tipinin çıkarmış olduğu ıslık sesi üstüne krema tadında lezzetli bonus oluyordu. İnsanlar kavga etmek yerine kendilerini güzel eserler icra etmeye adasalardı dünya daha güzel bir yer olurdu diye temenni etti. Lakin sabır, emek ve incelik isteyen sanatsal beceriler haz ve hız odaklı yaşayan bu çağın insanı için sadece geçici bir heves olarak kalıyor veya menfaate dayalı bir iş olarak görüldüğü için estetikten uzak; doğal olmayan yapay bir mecraya evrildiğinden dolayı şu an onun yaşadığı derinliği bulamayıp sığ dünyaların yüzeyselliğinde kayboluyorlardı. Beş saattir masasında oturmuş bir şeyler ortaya koymak için emek sarfeden Melisa yerine, vaktini eğlenmeye ve gezmeye harcamak daha cazip geliyordu. İrade zayıfsa nefsin kölesi olup, beyhude boş bir gemi gibi denizin dalgalarında sağa sola sallanırsın bir hiç uğruna!
"Neyse" dedi ve yetiştirmesi gereken çalışmasına geri döndü ama ara ara kar yağışını seyrederken hayallere dalmayı da ihmal etmiyordu. Son bir haftadır yeşil gözlerin sahibi düşüncelerini meşgul ediyordu. Onunla her sabah söz verdiği gibi tanıştıkları yeşil çayırda buluşmuş, güzel ailesiyle tanışmıştı. Yirmi koyun, on tatlı kuzu, onların bakımıyla ilgilenen Zeynel abi ve her yarışlarında İsabel'i yenen meşhur kara yağız aygırı.
"Her defasında beni yenmen sinir bozucu olmaya başladı." dediği zaman Osman'ın hoş kahkahasıyla; "Çok tatlısın." demesi şu an bile yüzünün kızarmasına sebebiyet veriyordu.
İlk buluşmaya gidip gitmeme arasında bocalamıştı. Sonuçta yabancıydı, henüz tanımıyordu ama iç sesine ya da gençliğin şevkine kulak verip o buluşmaya gitmişti. Arkadaşım dediği varlıkları görünce yaşadığı şaşkınlığı unutamıyordu. Sonrasında ise bütün endişeleri gördüğü iyi haller ile tek tek yok olmuştu. O çayıra gittiği her sabah kendini fantastik bir filmde veyahut farklı bir alemde gibi hissediyordu. Düş görmediği kesindi ama gerçek olamayacak kadar da kusursuzdu her şey. Hele ki tarzı, tavrıyla üzerinden asalet ve zarafet akan adam başka bir çağdan ışınlanmış gibiydi. Bir erkeğe naiflik yakışır mı diye sorsalardı kesinlikle hayır derdi ama Osman'ı görünce bu fikri tamamen allak bullak olmuş, onun eline bu konuda kimsenin su dökemeyeceğini düşünmüştü. Rahatsızlık verecek ne bir bakışını yakalamıştı ne de bir konuşmasını. Her şeyde ölçülü idi. En önemlisi de kendisini anlayabilmesi, konuşacak birçok konuları olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ander İkbalim
RomantizmKolunu ufuk çizgisine doğru kaldırdı. Elini açtı, nazlı kar tanesinin avucunda erimesine izin verdi. Burnu üşümekten kızarmış, gözleri de yaşarmıştı. Onu bir daha görememekten korkuyor, yarım kalan portresini bitiremediği için üzülüyordu. Poz vermek...