En zor savaş, kafanda bildiklerinle kalbinde hissettiklerin arasındadır...
İçimde bir savaş vardı. Ateşle suyun, iyilikle kötülüğün, siyahla beyazın savaşın gibi. Eğer ortada bir savaş varsa biliriz ki zafere giden yollarda kayıplar veririz. Bu yüzden savaşın sonunda kazanan hep tek bir taraf olmazdı. Beyaza kara leke bulaştığı gibi siyahada saf beyaz bulaşırdı. Zaten bilinmezliği ortaya çıkaran, suyu bulandıran da bu grilik değil midir? Savaşın sonunda ne iyi saf iyi kalabilir ne de kötü saf kötü kalabilir. Ateşle su birleşirse ne olur? Birbirlerine dokundukları anda enkaz buhar olup uçmaz mı? Geriye ne ateş kalır ne su, ne siyah kalır ne beyaz.
İçimde bir savaş vardı. Kafamda bildiklerimle kalbimde hissettiklerim arasında. Aklımla kalbim arasındaki ince çizgideydim. Ne bir adım ileri gidiyordum ne de geri. Ayaklarımın altındaki halat bana küçük kesikler hediye ediyordu fakat benim yaptığım tek şey ise tam ortada beklemekti.
Ne bir adım ileri ne bir adım geri.
Ne ihaneti kabul edebiliyordum ne de aşkımdan geçebiliyordum.
Eski Hazal olsa ortalığı birbirine katar, ne kırılmadık masa ne de sorulmadık hesap bırakırdı. Aklımla oynamanın ne demek olduğunu bir güzel gösterirdim hepsine bundan emindim. Fakat hayat kalbimle oynanınca ne yapacağımı öğretmemişti bana. Yuvadan atılan yavru serçe gibiydim. Uçmayı beceremeyen, zayıf, fazlalıktan başka bir şey olmayan minik serçe. Fazlalık..
Bu ailedeki fazlalıktım ben.
Kırgınlığımın etrafı yakıp yıkmakla geçmeyeceğini biliyordum. Zaten buna ne gücüm vardı ne de kalbim dayanırdı.
Ne onu affedebilirdim ne de ondan geçebilirdim.
Sadece gitmeliydim.
Geriye doğru bir adım daha attım. Bir tane daha ve bir tane daha. Salondan çıkmış sadece görevlilerin dolandığı koridorda saçımdan akan yağmur damlalarına eşlik eden göz yaşlarımla baş başa kalmıştım.
Nefesim sıklaşmış, kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Gitmeliyim.
Koridordaki şaşkın ve tedirgin bakışları yok sayıp çıkışa doğru koştum. Titreyen bacaklarım beni ayakta tutmakta zorlanıyordu. İçimden gelen tek şey yeri göğü inletecek bir çığlık atmak ve tüm hayalkırıklığımı kusmaktı.
Döner kapıya yaklaştığım an da kendimi dışarıya fırlatıp nefes almak isterken önüme çıkıp beni zorla durduran bedenle afallamıştım. Gözyaşlarımın arasından zorlukla kim olduğunu seçtiğimde kaşlarım çatılmış içim öfkeyle dolmuştu.
"Göründüğü gibi değil-" suratına geçirdiğim yumruk sayesinde yana doğru sendelese de ondan beklenilmeyecek bir şekilde karşımda dik durabilmeyi başarmıştı.
"Bana yalan söyledin!" Doruk suçlu gibi gözlerini benden kaçırdığı an buruk bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.
"Hepiniz bana yalan söylediniz!" Haykırışım koridorda yankı yaparken oradan geçen birkaç kişi bize meraklı gözlerle bakmış kapının hemen dışında bekleyen güvenlikler tetikte bekler gibi bir bana bir Doruk'a bakmaya başlamıştı.
"Sana yemin ederim-"
"Daha fazla yalanlarınızı dinlemek istemiyorum! Çekil önümden!" Onu kenara ittirip tam kapıdan çıkacaktım ki arkamdan adımın haykırılmasıyla elim havada kaldı.
Düzenbaz..
Yalancı..
Hain..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
Teen FictionBenim onu bulmam bir başlangıç, onun beni bulması ise bir sondu. Başlangıcım ile sonum birbirine çok yakındı. Biri yaşama diğeri ölüme çağırıyordu. Biri elimi tutarken diğeri çelme takıyordu. Ben ise hep o kısa olan yaşamla ölüm arasında ki ince çiz...