"Nasıl hissediyorsun?"
"Midem bulanıyor." Nefes almakta zorlansam da yorganı tepeme kadar çekip karanlıkta kalmaya devam ettim. Karnım ağrıyor, midem bulanıyor ve gözlerim... yanıyordu.
"Yemeğe gelmeyecek misin? İdil senin için makarna yaptı."
"Canım bir şey yemek istemiyor." Bacaklarımı sanki çekebilirmiş gibi biraz daha yukarıya hareket ettirip karnıma yapıştırdım ve akan burnumu elimdeki peçeteyle sildim. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu.
"4 gün oldu Hazal... hastasın ve doğru düzgün bir şey yemedin. Senin için endişeleniyoruz."
"Endişelenecek bir şey yok. Sadece yalnız kalmak istiyorum." Görmesem de yanıma uzandığını hissettim. Kimseyi yanımda istemiyordum. Tek başıma kendi karanlığımda kalmak istiyordum. Karanlık... Karanlıktan korkardım. Belki de kendimi bu şekilde cezalandırıyordum.
Yorgundum... vücudum çok halsizdi. Saat başı ağlamaktan bütün yüzüm şişmiş, sürekli yatmaktan bütün vücudum çürümüş gibi ağrıyordu. Artık kemiklerim etime batar olmuştu. Dudaklarım çatlamaktan yara olmuş, burnum silmekten tahriş olmuştu. Ondan geriye bir enkaz olarak kalmıştım. Bir kenara yığılmış, terk edilmiş kaba bir enkaz...
"Yalnız kalmak istiyorum." Tekrarladım. Günlerdir yaptığım gibi.
"Dinleyecek misin bilmiyorum ama yine de konuşacağım ve sonra yemeğe ineceğim." Artık teselli edecek hiçbir kelime duymaya tahammülüm yoktu. Teselli edilmeyi hak etmiyordum. Ben... hiçbir şeyi hak etmiyordum. Ne onu ne de sevilmeyi.
"İlk defa aşk acısı çekiyorsun... Canın acıyor biliyorum." Canım mı acıyor? Sürekli canım yandığından o hissin ne olduğunu biliyordum. Benim canım yanmıyordu. Bu... hissettiğimin yanında çok hafif kalıyordu. Bu o kadar küçük bir şey değildi. Kalbimde büyük bir ağırlık vardı. Beni hayattan soğutan, beni kahreden bir ağırlık. Başımı yorganın altından çıkarıp ona baktım. Keşke sadece canım acısaydı.
"Kalbim ağrıyor..." Şu geçirdiğim son 4 günü ölü gibi geçirmiştim. Ölülerden tek farkım sadece nefes alıyor olmamdı. Bu bir avantaj gibi gözüküyordu ama her nefes aldığımda kalbim sıkışıyorsa bu büyük bir dezavantaja dönüşüyordu. Artık nefes dahi almak istemiyordum. Evet... Eğer onsuz nefes alacaksam hiç almayayım daha iyiydi. Eğer onsuz yaşayacaksam hiç yaşamayayım daha iyiydi.
"Geçecek inan bana. Onun da senden farklı durumda olduğunu düşünmüyorum. Aslında birbirinizin ilacısınız sadece farkında değilsiniz."
"Beni terk etti! Artık beni sevmiyor. Nasıl onun ilacı olabilirim ki?"
"Hazal... sana seni sevmediğini söyledi mi?" Hayır ama... sevmiyor işte.
"Gitmesi yetmez mi? Beni arkasında bıraktı."
"Seni bırakmadı. Sadece zamana ihtiyacı var... haklı olarak." Başımı iki yana sallayıp tekrar yorganın altına girdim.
"Beni bırakmasaydı telefonlarıma çıkardı."
"Kimsenin telefonunu açmıyor." Kimsenin? Nasıl yani?
"O da kendini eve kapatmış-" hızla yorganın altından çıkarken önüme gelen saçları geriye itip dizlerimin üzerinde oturdum.
"Evde miymiş?"
"Evet... Doruk geldi sabah sana seslendim ama duymadın-"
"Evinde yani?" Yerinde doğrulurken tek kaşını kaldırdı.
"Ne düşünüyorsun?"
"Sence gidip konuşmalı mıyım?"
"Vazgeçmedin yani?" Hızla başımı iki yana salladım. O pes etse bile ben etmemiştim, etmeyecektim. İşleri bu noktaya ben getirdiysem o halde benim düzeltmem gerekiyordu. Benim... çabalamam gerekiyordu. Tekrar beni istemese bile vazgeçmeyecektim. Tekrar tekrar deneyecektim. Gözlerime bakıp seni sevmiyorum diyene kadar vazgeçmeyecektim. Sadece... karşısına nasıl çıkacaktım bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
Teen FictionBenim onu bulmam bir başlangıç, onun beni bulması ise bir sondu. Başlangıcım ile sonum birbirine çok yakındı. Biri yaşama diğeri ölüme çağırıyordu. Biri elimi tutarken diğeri çelme takıyordu. Ben ise hep o kısa olan yaşamla ölüm arasında ki ince çiz...