"Durr! N'olur yapma..." sesim ağlamaklı çıkarken birazdan çektiğim acı yüzünden gerçekten ağlayacağımı düşündüm.
Karnıma bastırdığı ayağını iteklemeye çalışırken bir yandan da sesimin çıktığı kadar kızlara bağırmaya çalışıyordum. Sesim yükseldikçe canım daha çok yanıyordu.
"Lütfen..." debelenmekten nefes nefese kalmıştım. Biraz yutkunup sakinleşmeye çalıştım. Ama o üzerime çıkmış ve kulağımın dibinde havlarken bu pek mümkün değildi.
"Minik! Yeter artık!" Her yerim ağrıyordu. Gece ne üzerime bir şey örtmüştüm ne de açık pencereyi fark edip kapatmıştım. Gerçi o haldeyken pencereyi kapatmak yerine aşağıya atlar mıydım pek emin değildim. Off! Bir şişe bitirmek benim ne haddime! Hiçbir şey hatırlamıyordum hiçbir şey! Tek dileğim içtikten sonra hemen uyumuş olmamdı.
Soğuktan tutulmuş olan bedenimi hareket ettirip yüzümü yalayan Minik'i sonunda kendimden uzaklaştırabilmiştim. Ahh! Resmen kafamın içinde bando takımı geziyordu.
Yatakta, açık kalan abajure doğru yuvarlanırken evden hiç ses gelmeyişi dikkatimi çekti. Gözümü alan sarı, loş ışığı kapattıktan sonra yatakta kaybolan telefonumu aradım. Telefonu pijamamın lastiğine sıkıştırırken banyoya girip vücudumu titreten soğuk suyla yüzümü iyice yıkadım. Boynumdan aşağıya akan damlalar tüylerimi diken diken kaldırırken dişlerimi özenle fırçaladım. Banyoda işim bittiğinde odamdan çıkıp etrafa bir göz attım. Neredeydi bunlar?
"İdil...?" Odaları tek tek gezdim ama ikisinden de hiçbir iz yoktu. Uyuşuk adımlarla merdivenlerden inerken her an düşme korkusuna karşılık korkuluklardan sıkı sıkı tutunuyordum. Salonda da yoklardı. Başımı girişine kadar yuvarlanmış portakallar olan mutfak kapısına çevirdim. Kapısı yarım açıktı...
Üzerimdeki hafif şaşkınlığı bir kenara atamadan çoktan kapıya gelmiştim bile. Ayaklarımın dibindeki iki portakalı elime aldım. Tereddütlü bir şekilde kapıyı iteklerken gördüğüm manzarayla kaşlarım daha da havaya kalktı. Yavaşça içeri adımlarken ilk gördüğüm içi kırılmış olan, kapağı açık buzdolabı ve dibinde nutellaya sarılarak uyuyan İdil'di. Yerde uyuyordu... ve mutfak neden bu haldeydi!?
Portakalları sertçe masaya bırakırken sandalyeleri birleştirip üzerinde uyuya kalan Öykü'yü görünce gözlerimi devirdim.
Sinirle saçlarımı kulak arkası yaparken masada duran yarısı dolu... su muydu o? Gerçekten mi? Bir şişeyi bitirmeleri yetmiyormuş gibi birde dibini suyla çalkalayıp mı içmişlerdi? Biliyordum! Bu konuda onlara güvenemeyeceğimi biliyordum! Ama hata bendeydi. Baştan kabul etmeyecektim. Aptaldım! Aptal kafam! Uyumak istiyorsan git ilaç iç ne gerek vardı bunlara. Hıh! Güya bana sahip çıkacaklardı. Allah'tan saçma sapan şeyler yapmayıp adam gibi odama çıkıp uyumuştum.
Sinirle aldığım nefesi verirken mutfağa göz gezdirdim. Ne yapmıştı bunlar!? Her yer her yerdeydi...! tekrar sıkıntılı bir nefes verip başımı iki yana salladım. Yeni bir buzdolabına ihtiyacımız vardı.
Mutfaktan çıkarken hiç beklemediğim bir anda belime yapışık olan telefonum titreyip beni ürkütmüş ve sesi kulağımı cırmalamıştı. Elim refleks olarak kulağıma giderken yüzümü buruşturdum. Kimdi bu sabah sabah- gözüm duvarda ki saate ilişince kaşlarım tekrar şaşkınlıkla havaya kalktı. Saat çoktan öğleyi geçmişti bile!
Telefonu lastiğimin arasından çekip alırken arayana baktım. Savaş...? Daha dün akşam beraberdik ve birkaç gün işi olacağı için görüşemeyeceğimizi söylemişti. Bir şey mi olmuştu acaba? Daha fazla bekletmeyip açtım telefonu. İlk başta gelen hışırtı sesine yine yüzümü buruşturdum. Kulaklarım bugün çok hassastı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
Novela JuvenilBenim onu bulmam bir başlangıç, onun beni bulması ise bir sondu. Başlangıcım ile sonum birbirine çok yakındı. Biri yaşama diğeri ölüme çağırıyordu. Biri elimi tutarken diğeri çelme takıyordu. Ben ise hep o kısa olan yaşamla ölüm arasında ki ince çiz...