2 yıl sonra
Bu sabahta her zamanki gibi güneş ışınlarının yüzme vurmasıyla değil lanet alarmın çalmasıyla uyandım.
"Yeter be artık bu ne böyle her sabah her sabah alarm yeteeer!" İsyankar bir sesle kendi kendime konuşup uykuma devam ettim. Edeceğim. Etmeliyim. Ama edemiyorum. Çünkü üstümde bir hayvan tepiniyordu.
"N'oluyor be! İdil kalksana üstümden niye tepiniyorsun?"
"Hazal hadi kalk yaa okula geç kalacağız."
"Beni rahat bırak uyuyacağım ben." Mırıldanarak gözlerimi kapattım.
"Sen istedin yapacak bir şey yok artık."
Yine ne saçmalıyordu bu. Düşüncelerimi dile getirdim ve sordum. " Ne saçmalıy-" lafımın devamını getiremememin sebebi yüzüme dökülen suydu.
Böyle uyandırılmaktan nefret ederdim. Herkes nefret ederdi. Tek gözümü açıp İdil'e baktım. Yere yatmış karnını tutarak kahkaha atıyordu. Ama birazdan başına geleceklerden habersizdi zavallım. Ona kaşlarımı çatarak baktığımı görünce gülen ifadesi kayboldu ve birden ciddileşip ayağa kalktı. Sonunda susmuştu. Anlamıştı bir şey yapacağımı ve hızlı hızlı konuşmaya başladı.
"Hazal valla bardak elimden kaydı tutamadım yoksa bilirsin beni ben seni böyle uyandırır mıyım. Ben bilmiyor muyum eğer seni böyle uyandırırsam sen beni evin içinde kovalayıp sonra yakalayınca ağzıma... ahh! Bakma öyle n'olur."
En azından ona yapacaklarımı bilmesi güzel bir şeydi. Ama bilip de yapması ayrı bir saçmalıktı. Zaten bugün biraz halsizdim hiç uğraşasım yoktu.
"Ben bugün biraz halsizim kusura bakma artık bir daha ki sefere... anladın sen."
Yapmacık ifadesi bir anda kaybolup gitti ve hemen yatağa yanıma oturdu.
"Ne oldu neyin var? Ateşin mi var?" elini alnıma koyduktan sonra oradan yanağıma ve boynuma koydu. Derin bir nefes aldım. "Ateşinde yok. Hastaneye gidelim mi? Dur ben ambulansı arayayım." dedi ve telefonu eline aldı.
"Dur be salak ne yapıyorsun ne ambulans? Merak etme bir şeyim yok sadece biraz halsizim duşa gireyim çıkıyım geçer."
İdil böyleydi işte en küçük bir şeyde telaş yapan benim için endişelenen birisiydi. Annemizi ve babamızı kaybettiğimiz günden beri birbirimize daha sıkı bağlanmıştık. Artık bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu.
"iyisin bak demi istersen bugün okulu kıralım. Sende dinlenmiş olursun."
"İdil iyiyim ben endişelenmeye gerek yok hadi sen aşağıya in bende hazırlanıp geleyim okula gidelim." Önce yüzüme baktı sonra bana sıkı sıkı sarılıp aşağı indi. Biz böyleydik işte öz olmasa bile kardeştik biz. Biz o gün hastanede birbirimize söz vermiştik. Ne olursa olsun birbirimizi bırakmak yok diye.
Düşüncelerimden sıyrılıp ayağa kalktım ve duşa girdim. Çıkınca da üstüme okulun formasını giyip aşağı indim ve İdil'le beraber çıktık. Şimdi İdil'in saçmalıkları eşliğinde otobüs durağına doğru yürüyorduk. Özel kolej yerine devlet lisesinde okuyorduk. En azından buradakiler zengin züppelere göre daha az yapmacıktı. Okulda kimse bizim zengin olduğumuzu bilmiyordu. Daha fazla samimiyetsizlik istemediğimiz için İdil'le böyle bir karar almıştık. Herkes hayatını nasıl sürdürüyorsa bizde öyle sürdürüyorduk. Çok gerekmedikçe arabamızı kullanmazdık, gereksiz yere para harcamazdık... en azından ben öyleydim.
Okula geldiğimizde herkes bize bakıyordu ve bize yol açıyordu. Okulda popülerdik ama ben böyle olmasından nefret ediyordum. Bütün dikkatler üstümüzdeyken kendimi çok rahatsız hissederdim. Okula başladığımızda aldığımız diğer kararlardan biri de kesinlikle dikkat çekmemek ve ne olursa olsun kendimize hakim olmaktı. Fakat üçüncü günden okulun ortasında saç baş kavga etmemiz bu kurallara tamamen ters düşmüştü. Tabi sadece saç yolmakla kalmamıştı. Ahh! Berbat ve rezil bir gündü hatırlamak dahi istemiyordum. O günden beri herkes bize mesafeli durmaya başladı. Çok arkadaşımız yoktu. Benim hiç yoktu İdil'in ise konuştuğu fakat fazla yakınlık kurmadığı birkaç kişi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
Genç KurguBenim onu bulmam bir başlangıç, onun beni bulması ise bir sondu. Başlangıcım ile sonum birbirine çok yakındı. Biri yaşama diğeri ölüme çağırıyordu. Biri elimi tutarken diğeri çelme takıyordu. Ben ise hep o kısa olan yaşamla ölüm arasında ki ince çiz...