Bölüm 32: Saf Duygular

2.8K 134 6
                                    

Ruh halim... Nasıl anlatılırdı bilmiyorum. Korku, tedirginlik, gerginlik başkaydı şu an ki hislerim bambaşka. Sanki beni hayata bağlayan sağlam halatlardan biri kopmuş, canımı fazlasıyla yakmış ama yine de beni yıkmayı başaramamıştı. Bir şekilde ayakta kalmayı başarmıştım. Korkunç olan asıl şey ise beni ayakta tutanın canımın acısı olmasıydı. Artık daha hırslıydım daha öfkeliydim. Bu acı bu öfke beni neye dönüştürecekti hiçbir fikrim yoktu. Kendimden korkmalı mıydım? Eve gelene kadar aklımdan geçen yüzlerce plan kendimi psikopat olduğuma inandırmaya yetmişti. Önemli olan aklımdan geçenler değil bunları uygularken alacağım zevkti. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Artık bu ölümcül oyunun sonunu getirmem gerekiyordu. Ne olursa olsun. Hayatıma mâl olsa bile...

Öykü... canım arkadaşım. Kim bilir içinde neler yaşıyordu şu an. Ne düşünüyordu, ne hissediyordu? Büyük bir pişmanlık içerisinde olmalıydı. Benim yüzümden... başımıza açtığım bu bela yüzünden. Olan her şey ve olacak olan her şey hep benim yüzümden olacaktı. Varlığım yüzünden.

"Halâ şaka gibi geliyor..." Keşke şaka olsaydı. Keşke her şey bir şaka kadar basit olsaydı. İdil'in yerimizde olmadığı için bizi anlayamaması ve her şeyin ona şaka gibi gelmesi normaldi.

Derin bir nefes alıp oturduğum yerde arkama yaslanıp başımı geriye attım. Geldiğimizden beri kimse iki kelime konuşmamıştı. Doruk Öykü'yü odasına çıkarmış ve birkaç sakinleştirici iğneyi çoktan hazırlamıştı. Uyandığında ne halde olacağını kimse tahmin edemiyordu. Muhtemelen sinir krizi geçirir, etrafı kırar, dağıtır biraz beni suçlar ve odasına çekilirdi. Ne kadar sürede atlatırdı bilmiyorum. Atlatır mıydı onu da bilmiyordum.

"Hazal... anlat nasıl oldu?" Tekrar hatırlamak istemeyeceğim bir kabusun her dakika gözümün önünde canlanması yeterince acı verirken bir de anlatamazdım. Zaten konuşmaya, anlatmaya dilim de varmazdı.

"Beni görmek istemeyecek..." herkesin bakışları saatler sonra konuşmam üzerine üstümde toplandı. Geldiğimizde kendimi güçlükle koltuklardan birine atabilmiştim. Herkes ne kadar ısrar etse de hastaneye gitmeyi reddetmiş yaramı küçük bir pansumanla kapatmıştık. Belli etmemeye çalışsam da başım halâ dönüyor arada sol elim uyuşuyordu.

"Senin suçun değil-" başımı yasladığım yerden kaldırmadan İdil'e doğru çevirdim. Kimseyi kandırmaya gerek yoktu.

"Bu belayı başımıza açanın kim olduğunu hepimiz biliyoruz." Hepsi oturduğu yerde hafifçe kıpırdanıp bakışlarını kaçırdılar. Gerçek buydu.

"Ben bunu kabul etmiyorum." Bende dahil hepimiz merdivene döndüğümüzde Öykü'nün çoktan uyanmış merdivenin son basamağında bize baktığını gördük. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü sanki ağır bir hastalık geçiriyormuş gibi fazla solgundu.

Aksak adımlarla yanımıza gelirken gözüm şiş bileğine kaydı. Ormanda olmuş olmalıydı. İdil ve Bora oturduğu yerde yanlara kayarken Öykü ikisinin arasına oturdu. Sakin duruyordu. Bakışları beni bulduğunda anında gözlerimi ondan kaçırıp önüme döndüm. Gözlerine bile bakamıyordum. Onu koruyacağımı söylemiştim ama her şey kontrolümden çıkmış ve o benim koruyucum olmuştu hem de büyük bir fedakarlık yaparak. Öykü... bugün masumluğundan vazgeçmişti.

"İyi misin? Keşke inmeseydin aşağıya biraz daha dinlenseydin."

"Uyanalı neredeyse 1 saat oluyor." Sesi eski neşeli, canlı tonunu kaybetmişti. Çok yorgun ve ağır bir psikoloji içinde olmalıydı. O konuştukça ona yaşattığım her şey tekrar tekrar gözümün önünden geçerken çoktan gözlerim dolmuştu bile.

"Dakikalardır düşünüyorum... belki deli diyeceksiniz ama... ben yaptığım şeyden pişman değilim." Gözlerim büyük bir şaşkınlıkla açılırken ona doğru döndüm. Ne? Pişman değilim derken? Hayır hayır o şu an sağlıklı düşünemediği için böyle konuşuyordu. Evet ondandı. Kesinlikle.

MASUMİYETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin