Bölüm 25: Efsane Üçlü

3.3K 168 6
                                    

Sabah kahvaltısından sonra herkes bir yerlere çekilmişti. Ben Öykü'yü sakinleştirirken İdil'de bu ani kararı çocuklara açıklıyordu.

"Sende duydun değil mi? Zaman istiyormuş!" Sinirle başparmağının kenarını yolarken bir yandan da söyleniyordu.

"Zamanmış! Ne zamanı ya? Neyin zamanı?"

"Heyy biraz sakin ol! Ne yaşadığını bilmiyoruz."

"Bana onu koruma tamam mı? Ne yaşadıysa yaşadı. Geçti gitti bunu bana yansıtamaz! Beni getirdiği hale bak!"

"Onu korumuyorum..." parmağını kanatmadan ellerini birbirinden ayırdım.

"Sadece yapıcı olmaya çalışıyorum. Sen demedin mi bazı kişiler bazı kişilerde derin izler bırakabilirler diye... onun yarası kapanmamış olabilir. Demek ki kendi başına yapamıyor sen saracaksın onu." Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı.

"Off! Kendini biraz açsa zaten... ama yapmıyor işte uzak duruyor."

"Belki de gerçekten zamana ihtiyacı vardır. Biraz beklesen üzerine gitmesen belki de ikiniz için daha iyi olacaktır ha?"

"Belki de haklısın... ona nasıl yaklaşacağımı şaşırdım artık. Ya kaçıyor ya tersliyor ya da görmezden geliyor. Bu zamana kadar hiç reddedilmedim tamam mı? İnsana koyuyor işte." Gülerek ayağa kalktım.

"Çıtayı birden arşa çıkartırsan afallarsın tabi." Şaşkınlıkla yayıldığı yerden kalkıp karşıma dikildi.

"O çocuk sana fazla gelir demeye mi çalışıyorsun?" Şaşırma sırası bendeydi. Gerçekten dediğim cümleden bu sonucu mu çıkarmıştı?

"Hayır... hayır tabii ki! Bu zamana kadar çıktıklarının hepsi serserinin tekiydi ve güzelliğin için yanındaydı. Ama Doruk öyle değil o iyi birisi. Ayrıca kankam." Omzunu silkti.

"Biliyorsun flörtü severim. Ama... kalbim ilk defa böyle çarpıyor. Bu sefer başka. Doruk'ta daha fazlası var." Gülerek karşılık verdim. Biliyordum o hissi. Sanki kalbin göğüs kafesine sığmazcasına atıyor ve... ahh! Aklıma yine Savaş gelmişti. Bir an önce aşağı inip onu görmek istiyordum.

"Daldın yine yaa! 2 gün de eski Hazal'dan eser kalmadı. Ne yapıyor bu çocuk sana?" Derin bir nefes alıp elimi belime koydum.

"Değişmedim! Hala aynıyım sadece..." aşık olmuştum.

"Sadece onu düşündüğümde mutlu oluyorum." Çok mutlu oluyorum...

"Yaa Hazal... Bu günleri de bana yaşattın ya artık ölsem gam yemem." Gözlerimi devirip kapıya yaklaştım.

"Artık aşağıya inebilir miyiz?" Yüzünü birden düşürdü.

"Sence sofrada çok mu yükseldim? Biraz inandırıcı olsun diye şey ettim-" tekrar gözlerimi devirdim. Bazen dozunu fazla kaçırabiliyordu.

"Kimse üstelemez merak etme daha çok gitmemizle ilgileniyorlar şu an." Başını sallayıp beni takip etti. Merdivenlerin başına geldiğimizde konuşulanları çok rahat duyabiliyorduk. Bu seferde İdil, Bora ve Doruk kavga ediyordu.

"Dur!" Basamağa attığım ilk adımı geri çekip arkama döndüm. Yine ne olmuştu.

"Doruk gitmemize şaşırdı ya hani..."

"Eee?" Elim belimde cümlenin devamını bekledim. Kesin saçma bir şey söyleyecekti.

"Belki... anla işte?" Bu kaçıncı bilmiyorum ama tekrar gözlerimi devirdim.

"Gitme diye ayaklarına kapanacak değil." Oflayarak aşağı inmeye başladı.

"Rica ediyorum lütfen aşağıda sakin ol."

MASUMİYETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin