Yatakta sağa doğru dönerken göz kapaklarımı yavaşça oynattım. Güneş ışığı bütün odayı aydınlatmış ve tek işi beni uyandırmakmış gibi göz kapaklarımı delmek istiyordu. Mutsuz bir şekilde yorganı üzerimden atıp ayağa kalktım. Sandalyenin üzerinde ki kalın hırkayı üzerime geçirirken camın önüne gelmiştim. Günlerdir aralıksız kar yağıyordu. Günlerdir hiçbir şey yapmamıştık. Herkes çok suskundu. Bir şey olduğu belliydi ama kimse hiçbir şey anlatmıyordu. Doruk'un dediği tek şey bizimle ilgili olmadığıydı.
Camın önünden ayrılıp banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra gardıropun kapağını araladım. Bu yepyeni temiz kıyafetler kime aitti bilmiyordum ve sorgulayacak durumda da değildim. Üzerime bir pantolon bir de kazak geçirdikten sonra odadan çıktım.
Bizim için iki oda ayırmışlardı ve Öykü kolunu çizdiğim için benimle değil İdil'le kalmaya karar vermişti. Hemen karşı odada kalıyorlardı kapıyı çalma gereği duymadan açıp içeri girdim.
"Uyandı-" uyanmamışlardı. Birbirlerine sırtlarını dönmüşler ve soğuktan bacaklarını karınlarına kadar çekmişlerdi. Yavru kedi gibi duruyorlardı. Üşüyorlardı çünkü camın arası açık kalmıştı. Hemen gidip tahta pencereyi örttüm ve güneşin içeriyi ısıtması için perdeleri açtım.
Gözüm duvarda ki saate ilişti. Saat neredeyse 9 olmuştu. Bu üçümüz içinde erken bir saatti ama ben nedense artık erken kalkmaya başlamıştım. Sessizce odadan çıkıp kendi odama geçtim. Evin içinde hiç ses yoktu. Anlaşılan daha kimse uyanmamıştı. Dolabı açıp beyaz şişme montu giydim. 3 kapaklı dolabın son kapağı ayakkabı doluydu. Kenarda duran siyah botları giyip odadan çıktım. 4 gün sonra ilk defa dışarıya çıkacaktım.
Gıcırdayan merdivenlerden çok ses olmasın diye yavaş yavaş indim. Gördüğüm manzarayla elimi dudaklarıma bastırarak sessizce güldüm. Doruk tekli koltukta bir bacağını yandan sarkıtmış ağızı açık bir şekilde uyuyordu. Sessizce yanına gidip yarısı yere düşmüş battaniyeyi üzerine örttüm. Gözlerini anlık açıp başını yana çevirdi.
"Saol kanka." Uykulu bir şekilde mırıldanıp uyumaya devam etti. Büyük ihtimalle uyandığında bel ağrısı çekecekti. Başımı yerden kaldırdığımda ortadaki sehpanın üzerinde duran sigara paketini ve çakmağı gördüm. Onların yanında da silah duruyordu. Bence bu çocuğun eline silah vermemeliydiler. Paketi ve çakmağı cebime atıp salondan çıktım.
Sonunda evden çıkıp dışarıya ilk adımımı atmıştım. Hava gerçekten soğuktu. Uzun verandada bir kişi hemen aşağıda ise iki kişi duruyordu. Bunun dışında evin arkasında da iki kişi duruyordu. O gün dediği gibi korumaların yarısından çoğu gitmişti.
Normal adımlarla yürüyüp evin arkasına yöneldim. Orada ağaç daha çoktu kimse görmeden bir tane sigara içebilirdim. Evin arkasına geldiğimde korumanın biri başıyla selam verince bende hafifçe başımı sallayarak selamını aldım. Ne kadar burada bizi korumak için bulunsalar da biraz korkuyordum onlardan. Adamı geçip birkaç adım atmıştım ki arkamdan seslendiğini duydum.
"Hanımefendi çok fazla uzaklaşmayın!" Arkamı dönüp adamla göz göze geldim.
"Tamam. Buralardayım." Evden yaklaşık 20-25 metre uzaklaşıp bir ağaca yaslandım. Hava o kadar temizdi ki... ve ben birazdan onu sigara dumanı ile kirletecektim.
Paketten bir tane çıkarıp paketi tekrar montumun cebine koydum. Artık bu paketin yeni sahibi bendim. Sigarayı yaktığımda ilk bir kaç çekişi ciğerlerime hapsetmek istercesine çektim. En son içeli 4 gün olmuştu normalde böyle bir durumda en az 1 paketi bitirmem gerekiyordu ama gidip istemeye utanmıştım ve bugüne kadar iyi dayanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
Novela JuvenilBenim onu bulmam bir başlangıç, onun beni bulması ise bir sondu. Başlangıcım ile sonum birbirine çok yakındı. Biri yaşama diğeri ölüme çağırıyordu. Biri elimi tutarken diğeri çelme takıyordu. Ben ise hep o kısa olan yaşamla ölüm arasında ki ince çiz...