Bütün vücudum öfke ve çaresizlikten tir tir titriyordu sanki. Hiçbir şey planladığım gibi gitmemişti kafamda kurduğum planların hiçbiri şu an ki durumdan kurtaramıyordu beni.
Günlerdir çarşafımın kolunun içinde sakladığım cam parçası kendimi şuracıkta öldürmem için soğuk soğuk tenime değerken avuçlarımı yumruk haline getirip sıktım. Dişlerim patlayacakmış gibi hissediyordum.
Kurbanlık koyun seçer gibi beş tane adam tam karşımda dizilmiş kendi aralarında konuşuyorlardı ve benim tek yapabildiğim şey sinirden donup kalmaktı.
Bu kadar kalabalık olmasalar cam parçasıyla birinin boğazını keser kaçardım umurumda bile olmazdı ama şu an bu plan fazlasıyla hayalperestçe kalıyordu.
Sarı dişli müdürün yüzündeki huzursuz ifadeyi algılamaya çalışırken bir kişinin daha gelmesiyle kadro tamamlanmıştı.
O gün adının Mirkan olduğunu öğrendiğim adam gelmişti. Herkeste bir gerginlik vardı nedense. Sanki işler onların istediği gibi de gitmiyor gibiydi.
Sonunda benimle konuşmaya karar verip bir adım öne çıktı Türk olan adam. Boğazını temizleyip diğer adamların hepsine birer bakış attı.
"Öncelikle telaşlanmanı istemiyorum ama Türk olduğunu ve kimliğini herkes biliyor Gökçe."
NE!? Ne saçmalıyordu bu adam!? Nasıl her şeyi bilebilirlerdi? Açık vermemek için o kadar çabalamama rağmen bu adam bir gecede mahvetmişti her şeyi!
Sinirden kısılan gözlerimi adamın üstüne dikip bir adım yaklaştım parmaklıklara. Madem herkes her şeyi biliyordu artık susmak zorunda değildim. Hele ki karşımda beni kandıran ve dilimi anlayan bir insan varken susup oturmam mümkün değildi.
"Sen ne biçim bir insansın! Rezil herif! Telaşlanmanı istemiyorum ne demek! Her şeyi herkese anlatmışsın ne yapmamı bekliyorsun! Kurbanlık koyun gibi oturup beni alıp satmalarını mı izleyeyim!"
Benim birden bağırmam bütün adamları şoka sokarken ben gözlerimden ateş fışkırtarak bakıyordum hepsine.
"Siz hepiniz aşağılık teröristlersiniz! Ölürüm de yine sizin saçmalıklarınıza alet olmam!"
Haftalardır ezik bakışlarla bana bakan müdürün bile gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Bağırıp çağırmam bile korkutmaya yetmişti bu köpekleri. Çünkü onların gücü sadece sessiz çaresiz kadınlara yetiyordu. Karşılarında kendilerinde daha dişli birini görmek onların kabusu gibiydi resmen.
"Bak sakin ol lütfen. Ben seni kandırmadım. Öyle bir ni-"
"Sakin ol deme bana! Kimsin nesin bilmiyorum yardım edeceğim dedin her şeyi batırdın! Nasıl yaparsın bilmiyorum açacaksın bu kapıyı! Kime neyi nasıl tercüme edeceğin sana kalmış!"
Tercümana karşı havada salladığım işaret parmağımı sinirle indirip kollarımı birleştirdim. Madem beni kandırmamıştı şimdi ne yapacağını o düşünsündü.
Adamlar halâ şok içerisinde bana bakarkan tercüman dertli dertli düşünüyordu. Benim bu kadar sinirleneceğim akıllarının ucundan geçmemiş olmalıydı.
İçlerinde en farklı duranı ise Mirkan'dı. Sanki dünya umurunda değilmiş gibi ellerini cebine koymuş sırtını duvara yaslayıp olan biteni izliyordu. Bu kadar adam buraya ne amaçla toplanmışlardı onu da anlamamıştım.
Hadi şu müdür bozuntusu kendince beni almaya gelmişti peki ya Mirkan? Bana olacakları izleyip eğlenmek için gelmemiş olmasını umuyordum bu gıcık adamın.
"إنه جاسوس! من حقنا أن نعذبه!لن أسمح لأي شخص بأخذها مني!"
(O bir casus! Ona işkence etme hakkımız var! Kimsenin onu benden almasına izin vermem!)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHRAS (TAMAMLANDI)
ActionKoruyucu, muhafız demek 'ahras'. Kaybetmemek için korumak gerekir tabi, belki bir vatanı, belki sevdiğini, belki bir kalpteki yerini... "Çünkü hep korumak istedim seni. Nefes alabilmek için, sensiz ne yapacağımı düşünemediğim için, gözlerine bakmad...