Mirkan
Sıkıca kavradığım belini biraz daha kendime doğru çekip duvara doğru sindim. Sesler her ne taraftan geliyorsa bayağı kalabalık oldukları kesindi. Tek başıma olsaydım çok umrumda olmazdı belki ama Gökçe'yi korumak zorundaydım. Zaten tek başıma olsam şu anki konuma kadar da gelemezdim. Belki de çoktan ölmüş olacaktım.
Ben ölürsem Gökçe'ye ne olacağını, bu adamlarla nasıl başa çıkacağını düşündüğüm dakikalarda girmişti odaya. Kapıdan girdiği an hissetmiştim geldiğini ama hayal gördüğümü sanıyordum. Geceden beri onu o kadar çok düşünmüştüm ki biraz da yediğim dayağın ve yaraların etkisiyle halüsinasyon olduğunu sanmıştım.
Okan'ın köstebek çıkmasından çok Gökçe'nin burada olmasına şaşırmıştım.Kızıyordum ona geldiği için, hayatını tehlikeye attığı için öfkeliydim ama gelmeseydi de ben hayatımdan çoktan vazgeçmiştim. Öleceğime emindim sadece ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyordum. Onlar dışında her şeyi kabullenmiş, ölürsem Gökçe'nin üzülüp üzülmeyeceğini düşünüyordum.
Üzülmezdi belki ama umursardı illa ki.. inşallah umursardı yani. Irak'ta onu kurtardığım günden beri bana gıcık olduğunu biliyordum. Bunca zamandır samimiyetimizi ilerletmek için ne kadar çabalasamda her seferinde kaçıyordu. Benimle aynı ortamda yan yana olmak bile istemiyordu, eyvallah, ama çok oturuyordu içime. Ben derya deniz gözlerinde kaybolmak için canımı bile verebilecekken onun bana birkaç dakika tahammül edememesi deliye çeviriyordu insanı.
"İndir beni kucaklamana gerek yok, yorulacaksın."
Her duyduğumda kalbimi yerinden oynatan sesi fısıltıyla kulağıma ulaşırken ona çevirdim başımı. Endişeyle bana bakıyor, yüzümün her santimini inceliyordu. Böyle baktığı anlarda kalbime bir sıcaklık yayılıyor beni seviyormuş gibi geliyordu. Düşünmesi bile huzur veriyordu.
Ne halde olduğumu bilmiyordum ama yüzümde fazlasıyla yara ve morluk olduğuna emindim. En azından vücudumun geri kalanını görmediği için şanslıydım.
Atlarken düşeceği kesin olan bir pozisyonda atlamıştı ve eğer yere düşseydi ayağı kesin burkulacaktı. Birkaç saat önce nefes almaya bile mecalim yokken düşmemesi için Gökçe'yi kucaklamak hiç de yormamıştı beni. Adamların sesini duyunca da duvarın çıkıntısına saklanırken öylece kucağımda kalmıştı. Önce bacaklarını bırakıp yavaşça indirdim kucağımdan.
Adamların sesleri halâ gelmeye devam ederken köşedeki çıkıntısına saklandığımız duvarla arama aldım Gökçe'yi. Biraz nefessiz kalacaktı ama başka türlü sığamazdık buraya.
Belinden çekmediğim elimle boştaki elimi birleştirip etrafını sardım. Gördükleri an bizi vurmaya çalışacaklarını bildiğim için açıkta bir yerini bırakamazdım.
Başı tam omzumun hizasına gelirken çenesini omzuma yaslayacak gibi oluyor sonra geri vazgeçiyordu. Şu an bulunduğu durumdan fazlasıyla rahatsız olmalıydı ama ben hiç değildim açıkçası. Hayati tehlike içeren bir durumda olmasak saatlerce burada durmak isterdim.
"Gitmediler mi halâ? Şu adama yetişmemiz lazım."
Telaşla kulağıma fısıldamasıyla gözüyle işaret ettiği yere baktım. Küçük bir kamyonet yol demeye bin şahit gereken taşlı tarlanın ortasında duruyordu. Sürücüsü olan adam kamyonetin yanında sigara içiyordu. Niye yetişmemiz gerekiyordu ki bu adama, bizi mi bekliyordu!?
Sorarcasına Gökçe'ye baktığımda gözlerini kısmış düşünceli bir şekilde adama bakıyordu. Ya tanıyordu ya da gerçekten bu adam bizi bekliyordu. Kendinden bu kadar emin olmasının başka bir açıklaması olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHRAS (TAMAMLANDI)
AzioneKoruyucu, muhafız demek 'ahras'. Kaybetmemek için korumak gerekir tabi, belki bir vatanı, belki sevdiğini, belki bir kalpteki yerini... "Çünkü hep korumak istedim seni. Nefes alabilmek için, sensiz ne yapacağımı düşünemediğim için, gözlerine bakmad...