"Oğlum siz manyak mısınız?!"
Müdür bas bas bağırıyordu ancak bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu dedikleri. Bir ara derslerimin iyi olduğundan ama kendimi harcadığımdan falan bahsetti ama bunu bana mı yoksa bir başkasına mı söyledi emin olamadım.
Timur, ben, Mert ve Burak yani hepimizin sonunun hep beraber bu odada bitmesinin sebebi neydi?
Pekâlâ bunu açıklamanın kolay bir yolu vardı.
"Hassiktir." Timur bana bunu söyledikten sonra yüzündeki yaraları kimin açtığı önemsizleşti gözümde, korktuğum şeylerin başına gelmesini oturup seyredecek değildim.
Birisi düğmeme basmış gibi onu ittirip önüme ilk gelene yumruğu çaktım. Önüme ilk gelenin Burak olması tamamen Tanrı'nın bir hediyesiydi.
Beklenmedik saldırım sayesinde Burak yere götünün üstüne düşerken Mert'in yakasına elimi sarıp kafamı burnuna gömdüm ve elimden kayıp aynen Burak'ın üzerine yıkıldı. O an çevredekiler kalabalık bir çember oluştururken ve hocalar bize ulaşmaya çalışırken Timur'un beni durdurduğunu hisseder gibi oldum.
"Yapma."
Burak ve Mert o esnada toparlanıp üzerimize yürüdüklerinden onunla tartışamadım ama tartışabilseydim ona artık koruma lan şu piçleri derdim.
Dudağımdaki kanı sildirerek aklımdan sildim on beş dakika önce olanları. Ağırlığımı diğer ayağıma verip müdürümüzün azarının bitmesini bekledim.
Mert ve Burak beni suçlayan savunmalarını yapsalar da odadaki hocalar da dahil olmak üzere kimse onlara inanmadı. Adı dokuza çıkanın sekize indiği görülmüş şey değildi. Odadaki herkes bir sorun olduğu ve bu yüzden benim onlara saldırdığım yönünde anlaşmışlardı hem Timur'un da arkadaşlarının yanında değil de benim yanımda saf alması hocaları şaşırtmıştı hem de umut vaad eden öğrenci olmamdan dolayı bir disiplin cezası yemeyecektik.
Bir daha olmaması şartıyla elbette.
Müdürün odasından çıktığımızda Edebiyatçı Gülşah Hoca Timur'la bizi revire götürdü. Mert ve Burak ise koridorun sonundaki fizik laboratuvarına götürülmüşlerdi.
Revir iki sedyenin karşılıklı duvarlarda durduğu, bir buzdolabı ve ufak bir dolaptan ibaretti. Buzdolabından batikon çıkartan Gülşah Hoca, pamuğu bulmaya çalışırken Timur'la karşılıklı sedyelere oturduk.
Kadın söylene söylene önce Timur'un önünde durdu. Onun benden daha fazla yarası vardı, okula gelmeden önce bir yerde kıstırılmış olmalıydı.
Gülşah Hoca, "Ah be oğlum." diyerek batikonlu pamuğu alnındaki yaraya sürdüğü sırada Timur bana bakıyordu. Mavi gözlerindeki merak kırıntılarını görmezden geldim, başımı camdan tarafa çevirdim.
Kapı tıklanana kadar kısa bir süre geçti, nöbetçi öğrenci içeriye girdi. "Hocam, Müdür Bey sizi çağırıyor." dediğinde Gülşah Hoca elindekileri aceleyle bırakıp bize kıpırdamamamızı söyledi, dışarı çıktı.
Kapı arkamızdan kapanınca Timur'la yalnız kaldık, gözlerini ısrarla üzerimde hissedene kadar onu görmezden geldim. Gülşah Hoca'nın geri gelmesini istedim.
"Neden yaptın?"
Sesini duymayı beklemiyordum. Konuşmaz sanıyordum. Her zaman konuşmak isteyen o olsa da böyle düşünmüştüm.
"Cevabını bildiğin soruları sorma." dedim çenemi kaldırarak.
İç çekti, ayağa kalktı ve batikonu bir başka pamuğa sürüp bana yaklaştığında temkinle ona baktım.
"N'apıyorsun?"
"Cevabını bildiğin soruları sorma." diye beni taklit ettiğinde kaşlarım çatıldı ancak kaşımın da patladığı düşünülecek olunduğunda bu ufak eylem biraz canımı yakmıştı.
Yüzümü yumuşatıp onun yanıma oturmasını izledim, o yanıma gelince kokusu ciğerlerime yayıldı. Kafamı göğsüne gömüp nefes almak istiyordum.
Elindeki pamuğu dudağıma batırmadan önce boştaki eliyle çenemi kavradı, yüzümü kendisine çevirdi. Gözlerine yakından bakarsam veya yüzündeki yaraların ince detaylarını görürsem sinirlenirim diye boynundaki bir bene odaklandım.
Batikon dudağıma temas ettiğinde canımın yanacağını düşünmüştüm ama ince bir sızı dışında bir şey hissetmeyince kıpırdamadan bekledim onun işini bitirmesini. Neden ona izin verdiğimi bilmiyordum ama inat edip onu itmek de istemiyordum. O da uysal halime şaşırmış olacak ki bir nefes verdi. Nefesi dudaklarıma çarptığında kalbim ters takla attı.
Kafasını aşağıya eğdiğinde görüş açıma morarmış yanağı girdi ve keskin bir nefesle duraksayan ben oldum. Rüzgar ve diğerlerine olan öfkemin bir benzerini ona karşı duymadan edemedim. Sadece onun, Rüzgarlara yol vermesini ve kendisini bulmasını istemiştim gidip de gey olduğunu herkese açıklamak da neyin nesiydi?
Yüzünün dağılmasına içten bir şekilde üzülüyor ve bir tür nefret duyuyordum. Bir de... Suçluluk duygusu vardı. O en kötüsüydü. Seni asla suçlamam demiş olmasına rağmen ona karşı hissettiğim boktan değer duygusunu mezara gömemiştim.
Neden gey olduğunu açıklamıştı ki Rüzgar'a? Bu neye yardımcı olacaktı tam olarak? Benim neler yaşadığımı görmemiş miydi? Beni de geçtim Emir'in hikayesini herkes biliyordu okulda. Rüzgarların ne kadar homofobik olduğunu da, okulumuzun iki yüzlülüğüne de o zaman yeterince tanık olmuştuk. Neden kendisi de yaşayana kadar ders çıkarmazdı ki insan?
"Ne düşünüyorsun?" dedi dudaklarıma bakarken.
"Okuldaki gelecek günlerini." Dürüstlüğüm takdir gördü, gökyüzünün açık tonundaki gözleri benimkileri arşınladı.
"Benim için endişelenmene gerek yok."
"Buna ne sen ne de ben karar veriyorum, maalesef ki." Timur'un dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı, eli aşağıya kaydı.
"Benim için bu kadar endişeleniyorsan, beni korumak için birilerini paralıyorsan neden benimle konuşmuyorsun tam olarak?"
Çünkü benim de korumam gereken bir kalbim var.
"Sana hâlâ değer veriyor olmam, senin sevdiğin kişiyi onayladığım anlamına gelmiyor."
Timur'un yüzü bulanıklaştı. Duyguları hızlı trenlerin camından görünen yüzler gibiydi. Belli belirsiz.
"Ben sevdiğim kişi değilim ki, yalnızca seviyorum."
Kalbimi mengeneyle sıkıştırmışlar gibi hissetmeme rağmen küçümser bir ifade belirdi yüzümde.
"Cidden değil misin?"
Kaşlarını çattı. "Ben Rüzgar gibi zorba değilim."
"Sonunda onun zorba olduğunu kabul ediyor musun?" dedim ve güldüm. "Bak bu yeni."
Timur sinirle ayağa kalkıp pamuğu çöpe attı ama çöple birlikte kendisini de atmak ister gibiydi. Sonra topuklarının üstünde keskin bir şekilde dönerek bana kızgın bir bakış attı.
"Benden ne istiyorsun Feza ya? Bu benim durdurabileceğim bir şey mi oğlum?"
İlk başta evet diyecektim. Çünkü en başında da söylediğim gibi sevmek de sevilmek de basitti benim gözümde. Uygun olan insanı bulmakla başlıyordu ve orada da bitiyordu. Benim için şu zamana kadar hep öyle olmuştu ancak sevmek de sevilmek de basit değildi çünkü okula girmeden önce kendime söylediğim onu yok say telkinleri daha birinci derse girmeden hiç var olmamış gibi yok olmuştu.
Dolayısıyla anlamıştım. Ne sevmek ne de sevilmek basit değildi. Basitleştiren insanlardı. Karmaşıklaştıransa Timur.
Yüzünü gözden geçirip bir nefes çektim.
"Değil." dedim düz bir sesle. "Değil, biliyorum."
***
peace out
ben bu cifte girli'den more than a friend adıyorum ama daha arkadas bile degiller :dd
MSMXMSMCMSKCKXKX
ŞİMDİ OKUDUĞUN
piç [bxb, texting]
Teen Fiction[tamamlandı.] timur: senin kendine saygın yok mu lan piç feza: yok siktir git şimdi kime inanmaya devam ediyorsan o yoldan devam et orospu çocuğu (gönderilmedi.) piç sensin lan!!! (gönderilmedi.) offff
![piç [bxb, texting]](https://img.wattpad.com/cover/319368525-64-k898891.jpg)