Feza.
"Bana neden öyle bakıyorsun–" dememe kalmadan yanaklarımdaki elleri beni dudaklarına çekti ve dudaklarımızı buluşturdu.
Önce durdum. Neler olduğunu anlamlandırmaya çalıştım, ışık hızı gibi bir süre içinde çekilmeyi bile düşündüm ama sonra düşmeyi istediğimi fark ettim. İpin ucunda, havada durmaktan çok sıkılmıştım. En ufak hareketinde ipin biraz daha aşağıya inmesine ve kendi kendime düşmeyi beklemeye dayanamıyordum. İpi kesmesine razı gelecektim.
Ellerim dirseklerinden ensesine bir ip gibi dolandı ve dudaklarımızın birleştiği noktadan ona doğru hızlı bir yol çizdim. Ensesindeki kısa saçları yumruğumun içine toplayarak başını eğdiğim an öpücük derinleşti.
Timur, hikayenin devamını dudaklarımın arasında arıyormuş gibi meraklı ve bu oyunu uzun zamandır oynuyormuş gibi ağırdı. Benim aksime dilinin belli belirsiz alt dudağımı okşaması ve ellerinin belimden beni kavrayarak kendine çekmesi çok farklı hissettiriyordu. Göğüslerimiz birbirine çarptığında altımızdaki sandalyeler oynadı ve o an sandalyeden düşmemek ellerimden birisi yakasına sımsıkı tutundu. Eli belimden pantolonumun önüne geldiği an nefesim mucizevi bir şekilde ciğerlerimde kayboldu.
Soluk soluğa geri çekildim. Sandalyem sayesinde biraz fazla gerilemiş olabilirdim. Tekerlekler beni arkamdaki kitaplığa çarptı ve bu ses beni uyandırdı.
Ayağa fırladım.
"Beni öptün!"
Suçlayıcı söylemim Timur'u hiç de alındırmadı, bana olan bakışı bakış değildi.
Ayağa kalkıp üzerime yürüdüğünde onu kolayca durdurabileceğimi biliyordum ama yapmadım. Yeniden birbirimize dolandık, dudaklarından ciğerlerime bulaşan sıcak nefesi, içtiğim en güzel şey olabilirdi. Soluksuz ve çekinmeden dudaklarını keşfetmeye devam ederken elleri ellerime dolandı ve kollarımı yukarı kaldırıp bedenimi rafa bastırdı, kendisini ise bana... Ürpererek ona ayak uydursam da birbirimize temas ettiğimiz müstehcen nokta boğazımın gerisinden gelen o inlemeyi durduramadı.
Bu çok ayrı bir şeydi, açlık gibi değildi, susuzluk değildi. Bu resmen kıvranmaktı. Bu noktaya gelmek için ruhum sancılanmıştı, adım adım gelmiştik, bazen gerilemiş ve bazen sil baştan başlamıştık.
Sonunda ise burada bitmiştik işte, birbirimize dolanmış bir halde. Nefes nefese.
Islak bir sesle dudaklarımızı ayırdı ve neredeyse çocuk gibi sızlanacaktım ancak öpücükleri bulaşıcı bir şeydi; yanağımdan çeneme ve çenemden de su gibi akarak boynuma indiğinde tek yapabildiğim kendimi ona sunmak oldu. Dişlerini omzumla boynum arasındaki ince sınırda hissetmemle kulaklarımın arkasında tiz bir ses çalmaya başladı, kasıklarımı düpedüz onunkilere bastırdığımda göğsünden bir inleme koptu. Hissettiğim şeylerin ağırlığı kalbimin üstüne düşünce kulaklarımın arkasında çalan şeyin tiz bir ses değil de okul zili olduğunu anladım.
Öğrencilerin söylenen bağırışmaları duyulduğunda sınava gideceğimiz geldi aklıma ve durdum. O da anlamıştı. Boynumdan tüy hafifliğinde öperek kendini geri çekti ve kendini benden olabildiğince uzağa attı. Onun pantolonunun önündeki kabarıklığa gözlerimi dikmemeye çalışarak kütüphanedeki tüm havayı soludum.
"Gitmemiz lazım." dedi boğuk bir sesle.
Başımla onayladım, henüz konuşacak kadar kan gitmiyordu beynime. Kendimi geçmiştim, aletimi nasıl sakinleştirebileceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Ne sınavınız var?" diye sordu yine.
Gözlerini üzerimde hissetsem de ona bakmayı inatla reddettim. Burnumdan soluyarak, hımpf sesi çıkarttım.
Korkunç hırıltılı bir sesle, "Felsefe." diyip boğazımı temizledim.
"Hmm..." dedi ama tehlikeli bir adım attığını fark ettim hemen.
"Yapma Timur." dedim tiz bir sesle.
"Bir şey yapmayacağım." Ellerini suçlu gibi kaldırdığında dondum. Bir saniye... Biz...
Biz öpüşmüştük!
Öpüşmek bile denemezdi hatta buna. Çok ayrı bir adımdı attığımız. Arkadaşlık köprüsünü yakıp adı belirsizlik olan bir adada kalakalmaktı.
Gözlerim onu arşınladı ve yüzünden ne düşündüğünü anlayabileceğimi düşünen tarafım anında bundan pişman oldu. Gözlerindeki tahrik edici bakışa bir adım da ben attım ama ikinci zil çalınca aynı anda durduk.
Havadaki gerilim bu ikinci zille dağıldı.
"Koş!" dedi bana.
İlk kez sözünü dinleyen ben oldum ve aynı anda kapıya yönelmeden önce ikimizde sweatlerimizi düzeltip pantolonumuzun kritik noktasını örttük, çıkmadan hemen önce ayrı noktalarda kendimize çeki düzen verdik ve inanılmazdı ama bunu sadece bir dakika içinde ve birbirimize tahrik edici bakışlar atmadan yaptık.
İkimizde sırayla koridora çıktığımız sırada etraftaki tek tük öğrenciye temkinli bir bakış attım.
Timur kapıyı kilitlerken baş parmağımı arkaya atıp koridoru gösterdim.
"Ben buradan gidiyorum."
"Tamam, konuşuruz sonra!" dedi bana ama ben tam gidecekken bileğimden beni yakalayıp kendine döndürmesiyle şoka uğradım.
"Ne?" dedim ama oyuncak bebeklerinki gibi pörtlemiş gözlerini görünce ruhum bedenimden çekildi. Daha bile korku dolu sesle;
"Ne?"
"Boynun." diye fısıldadı. "Kapşonu çek. İpleri sımsıkı bağla."
Ona kızgın bir bakış atıp, "Aferin ya, aferin sana." demek isterdim ama götüm tutuşmuştu bir kere.
Sınava geç kalamazdık.
Hemen dediklerini yaptım ve yaparken de bir yandan kızarmış, ıslak dudağını sildirip diş izlerimi baş parmağımla kapattım.
"Git hadi." dedim sonra ona.
Etrafa göz gezdirdi, kimsenin olmadığına emin olduğu an eğilip yanağımı öptü.
"Koş!" dedi sonra.
Ve yine dinledim. Kalemsiz, kopyasız koşmaya başladım. Aşk cidden insanı salak yapıyordu, bir kez daha anladım.
***
timur fezayla ne konuşacak firdevs hanım? bunun fezayla ne ilgisi var?!?!?
PEACE OUT
ŞİMDİ OKUDUĞUN
piç [bxb, texting]
Teen Fiction[tamamlandı.] timur: senin kendine saygın yok mu lan piç feza: yok siktir git şimdi kime inanmaya devam ediyorsan o yoldan devam et orospu çocuğu (gönderilmedi.) piç sensin lan!!! (gönderilmedi.) offff
![piç [bxb, texting]](https://img.wattpad.com/cover/319368525-64-k898891.jpg)