Bazen bazı şeylerin yolunda gitmesi mutlu sonu işaret etmez, hayatta her an iyi kötü bir sürü olay yaşar gün ve haftalarımızı böyle geçirerek büyürüz. Kilit olaylar dışında karşılaştığımız aksilikler ya da iyilikler bizim için iyi olsa da günün sonunda mutsuz olabiliriz. Ya da ömrümüzün sonunda.
Ama kader denen şey gerçekten varsa bile kötü olan yolu kırabilecek bir güçte mutlaka vardır. Çünkü eğer ışık olmasaydı, karanlık da olmazdı.
Bu yüzden gerek günümüzün gerek ömrümüzün sonunda mutlu olmak için dünyada tutunacak iplere ihtiyacımız var. Bizi renkli ışıklara götürecek uzun iplere, hayır idam için hazırlananlardan bahsetmiyorum, zaten intihar edenler dünyayla bağını koparmak için çekiyor o ipi, ya da kesiyor bileğini. Ama bizim dünyada kalmamızı sağlayan ipler; en başta insanlardır.
Hayatımızın büyük bir bölümü hatta belki yarısı kötü geçmiş olabilir, ancak ipleri elimize aldığımızda ve kontrol altında olduğunu sandığımız her şey patlamaya hazır bir bomba gibi içimizde gün saydığında, bizim çekip yardım isteyeceğimiz en az bir ip olmalı. Bu ip her zaman değişebilir ama her zaman en az bir tane olmalı, çünkü yer çekimi nesnelerin hiç bir kuvvet olmadan havada asılı durmasını kabul etmez. Bize de yere çakılmamak için o iplere tutunup güvenli bir yere geçmek kalır.
Ancak ya bizi bir ışık olarak görenler?
Onlar aynı zamanda bizim ışığımız olabilir ya da olmayabilir ama eğer biz onların ışığıysak, onlarında bize bağlı birer ipi olduğunu ve bizden nasıl etkileneceğini düşünmeliyiz.
Alaz bu hikayenin başında tüm ipleri kesilmiş biri olarak başlamıştı, ancak o havada asılı durmak yerine düşüyordu ve sadece karşısına çıkan aksilikler yavaşlatmıştı düşüşünü. Bu onun için büyük bir şanssızlık olabilirdi ama o da içten içe tutunabileceği bir ip istiyordu hayatında.
Ve kader ona tam 7 ışık göndermişti.
Ama zaman ne duyguları, ne ölümleri önemserdi, geri de gitmezdi yerinde de durmazdı, bu yüzden sürekli ileri giden zaman ve zamanla etrafındaki ışıklara alışan genç biraz daha büyüdü.
...
5 Yıl Sonra
Alaz bindiği arabayı çalıştırırken telefonuna baktı ve gideceği yerin konumunu açtı.
Arabasının yan koltuğuna koyduğu pastanın güvende olduğundan emin olduktan sonra sonunda yola çıktı.
Arka koltukta duran dosyalar hala biraz kafasını yorsa da şuan odaklanması gereken daha önemli şeyler vardı.
Yolda polisler tarafından çevrilmesi gibi.
"Ehliyet ruhsat lütfen."
Alaz içindeki huzursuzluk ve biraz da gülme isteğini bastırıp ehliyet ve ruhsatını uzatırken telefonuna baktı ve polis gitmesine izin verene kadar bekledi.
Arabayı yeniden çalıştırırken geç kalmamak için biraz daha hızlandı. Tabi telefonunun çalmasıyla arabaya bağlı telefonu açtı ve hala yola bakarken konuşmaya başladı.
"Alo, abi nerede kaldın? Davan bitmedi mi hala?"
"Yeni bitti güzelim. Yoldayım zaten geliyorum."
"Tamam dikkatli sür, bu arada pastayı aldın mı?"
"Evet. Çikolatalı değil mi?"
"Evet, evet. Ben kapatıyorum şimdi, gelince görüşürüz."
"Tamam görüşürüz güzelim."