Yan koltukta oturan annesi panikle "Ömer yavaş git evladım Allahını seversen" diye söylenirken Ömer sulanan gözlerini gizlemenin ve bir an önce eve dönmenin peşindeydi. Sol şerit sadece kendisi için yapılmışcasına ilerliyor önündeki araçlardan taciz edercesine yol istiyordu.
3 saatlik yolculuğun sonunda İstanbul tabelasını görünce rahatladı biraz. Halletmesi gereken çok iş, yüzleşmesi gereken birden fazla kişi vardı. En zoru ise sevdiğiyle olacak olandı. Kırgınlığını kırmadan aktarabilecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini.
Ömerin ilk hatasında Yavuza koşan biri gerçekten sevdiği miydi peki? Ya Yavuz'a ne demeliydi, onu istemediğini söyleyen birinin dibinde bitmek gurursuzluk değil de neydi? Arkadaşlarına laf etme hakkı yoktu sevgilisinin kabul etmek zorundaydı. Ama Yavuzun onu arkadaş olarak görmediği barizken Çağdaşın yaptığı misillemeden başka bir şey olmuyordu.
Kafası düşüncelerle patlayacakmış gibi hissediyordu. Boğazına oturan yumru çözülmüyordu saatlerdir. Durmadan soruyordu kendine neden diye. Hata yaptığını biliyordu elbet ama asla kötü niyetli değildi gizlerken.
Hakan yanlış görmüş olabilir miydi? Hakan Çağdaşı çok tanımıyordu sonuçta. Tutanacak dalı olmadığını biliyordu aslında. Siyah spor araba ve Çağdaşa benzeyen çocuk birleşimi en iyimser insana bile siktir çektirirdi.
Çağdaş Yavuzun yanındaydı işte belki de hâlâ onlaydı. Sinirle direksiyonu sıkarken ayağını gaza daha da sert basmaya başlamıştı. Annesinin homurtularına sağır olmuştu artık kulağı.
Hayatında ilk kez kendini ele verecek şekilde pervasızca davranıyordu ailesinin yanında.
Sulanmış gözlerini nezle oluyorum bahanesiyle açıklamıştı. Sinirini ise işle ilgili olarak.
Yalnız kalp kırıklığını açıklayamazdı kimseye o da şükür ki dışarıdan belli olmuyordu.Öyle bir kırılmıştı ki kalbi, aldatılma hissinin dejavusu gibiydi bu.Abartıyordu belki ama güven çok önemliydi ilişkide. "Kendin de yıktın ya o güveni" dedi mantıklı yanı. İçindeki iyimser yanı ise "bir açıklaması vardır" diyordu. Çağdaş hakkında yanılmış olamazsın.
İyimserlik ve şans Ömerin yaşamının anahtar kelimeleri olmamıştı ne yazık ki hiçbir zaman.Bu da umutsuzluğa sürüklüyordu adamı istemsizce.
Yarım saat kadar sonra mahalleye girdiler ve son enerjisiyle Zehrayı arabadan indirip kucağında eve götürdü. Geri dönüp bagajdan çantaları alırken annesinin yüzünü görmesine izin vermeyecek şekilde karanlık kısımlara kaçtı.
Güçsüz bir sesle "Ben Hakanın yanına gidiyorum anne, son aldığım arabada bi sıkıntı varmış da. Belki tamirhaneye gitmem de gerekir."
"Oğlum suratın sirke satıyo saatlerdir. Değer mi bi araba için? Yetiyo kazandığın çok şükür, birikmişim de var."
"Araba sorun değil ya, kandırılmama sinirlendim ikinci oluyo bu. Akşam dükkanda kalırım beklemeyin"
" Hem hasta olcam diyosun hem eve gelmiyosun Ömer, çorba yapsaydım."
" Yok anam nezle işte sadece. Akar geçer"
" Sen bilirsin oğlum ne diyeyim koca adamsın artık"
"Dert etme beni sen sultanım. Bünyem sağlam benim iyileşirim" diyerek bir öpücük kondurdu annesinin yanağına ve arkasını dönüp büyük adımlarla arabasına ilerledi kaçarcasına.
Galeriye gitmeden önce tekele uğramıştı bir 70liği hakediyordu bu gece. İçeri girerken eczaneye bir bakış attı bu kez gülümsemiyordu. Boğazındaki yumru kendini hissettirdi yine. Çok özlemişti oğlanı.Ne kadar kızgın olsa da özlemini engellemezdi bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Acının İlacı (BxB)
General FictionMahallenin 30 yıllık eczacısı Haluk Bey eczanesini oğlu Çağdaş'a devretmek zorunda kalır. İşinden nefret eden Çağdaş için ise bu mahalleye, özellikle dükkan komşusu Ömer'e alışmak oldukça zor olacaktır