24- Parti

1.2K 94 10
                                    

Okul sonuna kadar gayet rahat ilerlemişti. Oktay şerefsizi karşıma hiç çıkmamıştı, Demir başkalarıyla konuşmaktan bana kafasını çevirmemişti bile, Mine de sınav haftası olduğundan 'adamları arama' planına biraz ara vermeye karar vermişti. Öğle yemeğinde Berkan zorla beni yanına oturtmuştu ve hayatımda gördüğüm en sesli grubun içinde yemek yemiştim. Kendimi kurtardığımda kulağım çınlıyordu. 'Eğlenmenin' bu kadar gürültülü olacağını düşünmemiştim ancak günün sonunda hoşuma gitmişti. Okulda biraz fazla vakit harcamıştım, çıkışta kalan vaktimi okulun kullanılmayan kütüphanesinde çalışarak geçirmiştim.

Bineceğim durağa doğru ilerlerken bir yandan da kulaklıklarımdan müzik dinliyordum. Normalde sık sık dinlemezdim ancak sınav haftaları müzik dinlemek beni rahatlatıyordu. Özellikle de ara sıra dikişlerimin ağrısını geçiriyordu. Ben adımlarımı ritme uygun atıp kafamı dağıtırken arkadan kulaklıklarımın çekilmesi ile boşta kalan yumruğumu geriye savurdum. Ürkmüştüm ve kendimi kontrol edememiştim. 

Karşımda kızaran kolunu sallayan Demir'i görmemle omuzlarımı devirdim. Bir günüm bile sorunsuz geçmiyordu ve bunun en büyük sebebi Demir'di.

"Oha çok pis geçirdin koluma." dedi kolunu sallayarak.

"Ne istiyorsun Demir? Valla halim yok, ders çalışacağım eve geçip, kısa kes."

Dudaklarını büzdü. "Ama kankam olarak benimle bu partiye gelmelisin!" dedi ince bir sesle.

"Demir kusacağım kanka deme bana." suratımı büzdüm, günden güne cıvıyordu bu çocuk.

"Hadi kankacım, ortam görürsün azıcık." diyip omzuma kolunu attı. Bana omzunu atması bir nevi beni kafes altına alması gibiydi, hayır diyemeyeceğimi biliyordu.

"Oğlum sen hasta mısın? Bırak beni gideyim, sınav haftası, çalışmam lazım! Yarın tarih var."

"Çilişmim lizim." dudaklarını büzerek benim daha inek bir taklidimi yapmıştı. "Demir, o ağzını sikerim senin." beni istediği yöne sürüklerken dediğimi siklememişti bile. 

Ben kaderime razı olmuş bir şekilde sürüklenirken tanıdık bir motora yaklaştık. Oflaya oflaya motora bindiğimde bir anda nasıl bu kadar yakın olduğumuzu sorgulamaya başlamıştım. Birkaç hafta önce birbirimizi öldürmeye çalışıyorduk ve şu an beraber partiye gidiyoruz. Rüzgardan dolayı düz saçlarım alnıma ve enseme bıçak gibi batıyordu. Kış olduğundan hava erken kararıyordu. Biz ilerledikçe evlerin sıklığı azalıyor, bahçeleri büyüyordu. İlerledikçe evlerin fiyatları büyüyordu adeta. Biraz yavaşladığımızda sesini duyabiliyordum.

"Oğuz okul değiştirmiş duydun mu?" dedi bağırarak.

"Değiştirmeseydi keşke. Ellerim hala kaşınıyor." sırıttım.

"Senin iyice hoşuna gitmeye başladı şiddet falan. Endişelenmeli miyim?" dedi kahkaha atarak.

"Bilmem, endişelenmeli misin?" kulağına yaklaşıp bunu söylediğimde irkilip bir elini vitesten kaldırdı. Ensesini kaşıdı. Huylanmıştı belli ki. İkimiz de kask takmıyorduk çünkü mesafe yakındı. Yüksek müzik sesleri yükselen büyük eve geldiğimizde bahçede onlarca kişi vardı. Bunların hepsi öğrenci miydi? 

"Bunların hepsi öğrenci mi?"

"Bazıları üniversiteli. Gece yarısına kadar sürüyor o yüzden erkenden geliyorlar."

Kafamı anlamış gibi sallarken motordan indim. O sırada Demir, çantama yapıştı. Bana bir kaşını kaldırmış bakıyordu. "İlkokul veledi gibi çantanı yanına mı alacaksın?"

"Evet Demir. Hatta şimdi bahçeye oturup kulaklıklarımı takip tarih çözeceğim." dedim gıcık olması için. Ciddiye almış olmalı ki çantama daha sert yapıştı. "Saçmalama, bırak şunu içeriye girelim." Çantamı motorda bulunan küçük kısma sıkıştırmıştım. Ellerim cebimde Demir'in arkasından sallana sallana ilerliyordum. Buraya neden gelmiştim ki? Merakımdan dolayı mı? Demircik istediği için mi? Tabii ki hayır. Oktay'ı bulmak için. Motordayken aklıma dank etmişti, Demir varsa Oktay da vardır. Demir önden yolu açıp birkaç kişiye beşlik çaktığında etrafı inceliyordum. Belki de burası için fazla kötü giyinmiştim ancak umurumda değildi. Çevremdeki mini etekli kızlar ve üstleri çıplak olan bazı erkekler yüksek tempolu şarkıyla dans ediyordu. Dışarısı bu kadar gürültülüyse içerisi kulak zarlarımı patlatacaktı demek ki. Ben Demir'den biraz daha geride kaldığımda koluma yapışıp beni içeri çekmişti. 

Dip dibe girmiş insanlar, birbirine sürtenler, kucağında şişelerle bağıra bağıra konuşanlar... En nefret ettiğim insanların toplanma noktası gibiydi burası. Eğer elimde kodları olsaydı nükleer füzeleri ilk atacağım yer burası olurdu. Demir içeri girdiğimizden beri en az on kişiyle konuşmuştu ve üstelik bunu kahkaha atarak yapıyordu. Ben ise onu izlemekten yorulmuştum. Sonunda arka bahçeye çıktığımızda büyük bir havuz beni karşıladı. Müzik sesi içeriden geliyordu ve bir bakıma daha sakindi. Büyük kırmızı koltuklar bana dejavu yaşatırken renkli neon lambalar gözümü sikmişti.

"Demir nereye gidiyoruz?"

"Geldik sayılır!" dedi ve beni sürükleyerek büyük bir topluluğa soktu. Hiçbir şey içmesem de şu an sıkıntıdan üzerine kusabilirdim. Kırmızı koltuklarda baş köşeye yayıldığında beni de yanına çekmişti. Bacaklarını iyice açmıştı ve hemen bir bira şişesini kapmıştı. Ben ise ortada muhallebi çocuğu gibiydim. Bu sinirimi çok bozuyordu, karşıdaki kişiler gürültülü bir şekilde Demir'le konuşmaya başlamıştı. Bütün dikkat bizim üzerimizdeydi ve bundan rahatsız olmuştum. Birkaç kişiye ben de selam verdim. Ancak ilerleyen dakikalarda buraya boşuna geldiğimi hissetmeye başlamıştım, ayrıca Oktay'ı da görmemiştim. 

Demir bir kolunu omzuma atmıştı, yanında kuklası gibi durmak istemediğimden ben de yayıldım aynı onun gibi. Amma da sıcaktı, üzerimdeki kapüşonluyu çıkarıp kısa kolluyla kaldım. Demir göz ucuyla bana baktığında ne kadar sinirlendiğimi anlamış olmalı ki diğerleriyle konuşmayı kesti. Ona kaşlarımın altından baktım, daha yirmi dakika bile olmamıştı ve ortam beni çok sıkmıştı. Daha sesli bir şarkıya geçtiklerinde kimseyi doğru düzgün duyamıyordum. Ben kenardan içilmediğini umduğum bir şişeye uzandım ve her zamanki gibi kafama diktim. Kafama diktiğim şişeyi bitirmeden bir elin şişeyi çekmesiyle üzerime biraz alkol dökülmüştü. Sinirle sağıma döndüm. Demir bir şeyler söylüyordu ancak duyamıyordum. Kulağıma yaklaştı. Kafamın dibine girmesi beni huylandırıyordu ancak alkol kafama dank ettiğinden tepki verememiştim.

"Bir iki dakika sabret. Her şeyi kafana dikmemen gerektiğini kimse sana öğretmedi mi?" kulağıma verdiği kesik nefeslerden kıkırdadığını anlamıştım. "Zaten sıkıntıdan kendimi sikeceğim, ne içeceğime karışma." dedim dişlerimi sıkarak. Ancak beni duymamış olacak ki kafasını daha da gömdü boynuma. "Ne dedin?" huylanıp kendimi geriye çektim. 

Beni dürttüğünde gözümü daldığım yerden çektim. "Ne var?" dedim kulağına eğilerek. Başı ile birisini gösterdi. O sırada her şey yerine oturmuştu, bana nudelarını attığı kız ve Oktay yan yana ortama girmişlerdi. Oktay, beni görmesiyle kaşlarını daha da çattı. Ben ise kendime hakim olmaya çalışıp gözlerimi kıstım, elimi kaldırıp taşak geçercesine salladım. Besmele çekip kızla dip dibe, karşımıza oturdular. Demir, pür dikkat bana bakıyordu. Beni boşuna getirmemişti demek ki. Tatmin bir şekilde ona döndüğümde gözlerinde benimle aynı düşüncede olduğunu hissetmiştim. Kulağıma eğildi, başımı çevirerek diğer insanların suratımı görmemesini sağladım.

Kulağıma verdiği nefes ile tüylerim diken diken olmuştu. "Bir taşla iki kuş Mert."

"Nasıl iki kuş?" Oktay bir kuştu, başka kuş mu vardı?

"Bu kızı sana ayarladım da." dedi sırıtarak. O sırada suratımdaki bütün heyecan sönmüştü. Beni piyon gibi mi oynatacaktı? Bu 'kız ayarlama' mevzusunu kimseye bedava yapmazdı bu herif. Bu kız Oktay'ın oyuncağı olacaktı ve Oktay'dan önce kızı kapmamı istiyordu.

"Kendine neden ayarlamadın? Beni yine oyuncak gibi oynatacak mısın?" dedim sinirle kulağına, sinirlendiğimi anlamıştı. Bir süre sabit durdu ve tekrardan yaklaştı bana. Nefesi boynumu terletirken konuştu. "Ben esmer seviyorum." Yutkundum.

Kilitli (BxB)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin