Zehradan
İnsan neydi? Kimdi insan? Neden bu kadar mutsuzdu, veya nasıl bu kadar mutsuzdu?
Bakıyordum çevreme;
Genci mutsuz, yaşlısı mutsuz...
Kadın mutsuz, adam mutsuz...
Evli olan mutsuz, bekar mutsuz...
Okuyan mutsuz, okumayan mutsuz...
Çalışan mutsuz, çalışmayan mutsuz...Sordum sebebi ne diye? Belki de bir sebebi yoktu. Değişen hayatlarımızdı belki sebep. Yaşayamadığımız duygular. Dikdörtgen bir cihazın içinde hapsolan sözde ( Modern ) hayatımızdı belki. Sahi ne zamandan beri böyleydik?
Hayatımıza giren emojiler kadar mıydı duygularımız. Köyde hiç emoji görmemiş teyzemin tavuklarını beslerken hissettiği mutluluk yoktu bizde. Veya ilk hasatı almış amcamın gözünde ki o yaşlar...
Uzun zaman olmuştu topraktan uzaklaşalı aslında. Oysa şimdi toprağa feda ettiğimiz modern şehirler bile yetmiyordu bize. Tatmin etmiyordu. Son model arabalar, lüks evler, kendimizi sürekli değiştirmemiz...Farkında mıydık? Biz bir türlü tatmin olmuyorduk.
Bir gün evimizde ki bir köşe batıyordu bize, ertesi gün yüzümüz de bir yer. Bizler çıkan küçücük sivilceye bile katlanamıyorduk artık. Dikdörtgen cihazın içinde ki sorunsuz, pürüzsüz hayatlar cezbediyordu bizi. Ne kadar beğeni varsa o kadar kaliteliydi herşey.
Telefonlarımıza bakmaktan, gökyüzünü unutmuştuk. Toprağa en son ne zaman dokunmuştuk. Ha birde bu teknolojide bu kadar yavaş olunmazdı. Herşey hemen olmalıydı.
Herşey bizim içindi. Hızlı yemek, hızlı alışveriş... Sabretmek de neydi?
Tüm bunlara rağmen mutsuzduk işte. Dikdörtgen cihazın içinde ki bol emojili hayattan çıkıncan geriye duru bir yalnızlık kalıyordu.
Oysa ne güzeldik eskiden... Sobanın etrafında tüm aile birbirimizin yüzlerine bakarak muhabbet ediyorduk. Ne zaman bakmıştık annemizin yüzüne doya doya, arkadaşımızla aynı masada otururken kapatmışmıydık telefonlarımızı mesela?
Kendimizi ya kendimizi ne zaman herşeyi ile sevmiştik.
Biz olduğumuz gibi kalınca mutlu olabilirdik. Biz insandık. Robot değildik. Bizim duygularımız telefonda ki sınırlı emojilerin çok ötesindeydi. Yanımızda asıl olan binlerce takipçiden belki hesabı bile olmayan ailemizdi.
Biz muhabbete hasrettik. Biz dinlemeye hasrettik. Biz yaşamaya hasrettik.
Düşünecek, sabredecek, gülecek, ağlayacak, düşecek ve kalkacaktık. Mükemmel olmak için değil, insan olmak için çabalayacaktık.
Şükredecektik aldığımız her nefes için Rabbimize. KUL OLACAKTIK HER ZERREMİZLE. Bir gün daha yazıldıysa hanemize boş durmayacaktık.
Bilmeliydik çünkü. İnsan nasıl yaşar ise öyle ölürdü. Bizde bir gün yumacaktık gözlerimizi en nihayetinde.
Defterime yazdığım sözlerden sonra dolan gözlerime aldırmadım. Kaçırılmamım üzerinden geçen bir haftada çok şey eklemiştim hayatıma. Çok daha fazla düşünmeye başlamıştım.
Annem ve babamla olduğum her güne ne kadar şükür etsem azdı. Ailem, sevdiklerim her daim yanımda olanlar.
Penceremin kenarına geçip gökyüzünü seyretmeyi seviyordum. Üzerime hırkamı aldım. Kollarımı birbirine bağladım nemli gözlerimle birbirinden farklı bulutları seyre daldım. Kulağımda kuşların cıvıltıları.Penceremi hafif araladım içeri giren soğuk havayı hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RAHNÜMÂ
Teen FictionRahnümâ : Yol gösteren, kılavuz... Kendine Gel!! Adlı kitabın ikincisidir...