"Otur," dedi bir salona girdiğimizde. Etrafa bakınmama son verip önümdeki siyah deri koltuğa yavaşça oturdum.
Salon büyüktü. Ortada karşılıklı bir şekilde konumlanmış iki siyah deri üçlü koltuk ve hemen yanındaysa bu koltukların teklilerinden vardı iki tane. Ortada siyah yün bir halının üzerine koyulmuş yine siyah renkli cam sehpa, az ileride duvara monte edilmiş dev ekran televizyon, yerlerde ve televizyonun yanındaki kitaplığın çevresinde birkaç biblo ve pencerelerde de sade bir perde vardı. Duvarlarda tablo da vardı birkaç tane. Biri siyah beyaz bir zebraydı ve ilk dikkatimi çeken de bu olmuştu. Oldukça büyük olan ve siyah arka planın üzerine resmedilmiş tablo, işini iyi yapan bir ressamın eseri olmalıydı.
Diğer tablolara göz gezdirdim. Soyut resimlerle ve bazı sürrealist çizimlerle bezenmişti.
Ama hiçbiri içinde zebra olan tablo kadar ne büyüktü ne de dikkat çekici.
Gözlerimi güçlükle tablodan ayırarak genç adama çevirdim. Arkamda kalan sekizli yemek masasının üzerinden bir bardak ve viski şişesi alıp bardağına dolduruyordu. Bardağın yarısından da azını doldurdu ve adımlarını benim olduğum tarafa doğru yöneltti.
"Evime hoş geldin," dedi gülümseyerek. Bardağı kaldırıp şerefe der gibi bir işaret yaptı ve dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Koltuğa doğru ilerledi ve tekli koltuklardan birine oturarak bacak bacak üstüne attı. "Korkuyor musun?"
Bir anda böyle bir soru sormasını beklememiştim. İrkildim bu yüzden. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde bana değil de tavana baktığını gördüm. Sırtını koltuğa dayamış, viski tutan elini kol dayama yerine bırakmış, kafasını geriye yaslamış ve rahat bir tavırla bana bu soruyu neden sormuştu, bir süre düşündüm.
Korkmamı mı isterdi korkmamamı mı? Bilmiyordum ki. Cevabımın onu kızdıracağından endişelenip, "Korkmalı mıyım?" diye sordum, titrek bir sesle.
Gülümsediğini gördüm. Kafasını ve bacaklarını aynı anda indirip öne doğru eğilerek dirseklerini dizlerinin üzerine koydu.
"Asla," dedi, gözlerime bakarken.
"Beni neden kaçırdın?" diye sordum, bir cesaretle.
Gözlerini gözlerimden ayırmadan viskisinden bir yudum aldı ve, "Bir daha," dedi, tehditkâr bir tonlamayla. "Bana seni kaçırdığımı söylersen tahmin bile edemeyeceğin sonuçlara katlanırsın."
Yavaşça yutkundum. Delirmiş olabilir miydi? Sanki beni kaçırdığı doğru değilmiş gibi bir de bunu onun yüzüne vurmam onu sinirlendiriyordu.
"Peki," dedim, bir nefes verip. "Neden buradayım?"
Yeniden geriye doğru yaslandı ve bardağından bir yudum daha aldığında, "Öyle istediğim için," dedi.
"Bu yeterli bir cevap değil," dedim.
Bardağı indirdi ve yeniden bana baktı. Hafifçe kaşlarının havalandığını gördüm. "Seninle bir anlaşma yapalım mı?" diye sordu daha sonra.
"Nasıl bir anlaşma?" diye sordum, kaşlarımı çatarken.
"Saatler önce sana birkaç kuraldan söz etmiştim," dedi, ciddiyetle. O korkulu halimle bana saydığı kuralları hatırlamamı beklemiyordu herhalde? Gözlerimde ne görmüştü bilmiyordum ama yavaşça kafasını salladı. "Tahmin ettiğim gibi. Hatırlamıyorsun."
"Sadece birini hatırlıyorum," dedim, kızmasın diye.
"Ben yine de hepsini tekrar edeyim," dedi, ciddiyetle. "Son kez. Kural bir, bana asla bağırmayacaksın. Kural iki, Herhangi bir şeyi ikiletmeyeceksin." Bunu imalı bir tonlamayla söylemişti. Bir nefes verip, "Kural üç," dedi. "Sana ne soru sorarsam bana cevap vereceksin. Kural dört, sözümden asla çıkmayacaksın." Yeniden dizine doğru eğildi ve korkutucu bir tonlamayla, "Ve kural beş," diye ekledi. "Ben demedikçe şu kapıdan öteye bir adım bile atmayacaksın." Gözlerimi kaçırdım. "Aklından bile geçirmeyeceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNI BIÇAĞIN SIRTINDA (+18)
Ficción GeneralÇok istediği bölümü kazanmak için çok çalışmış ve sınav sonucunun açıklanmasını büyük bir sabırsızlıkla bekleyen genç bir kız. O çok beklediği sonucun açıklanacağı günün gecesi, sadece eğitim hayatını değil, tüm yaşamını etkileyecek olaydan bihaber...