"Dört gün oldu," diye devam etti bana doğru ilerlerken. "Bence bu haddinden de fazla bir süre."
"Gebermemiş miydin sen?" diye sordum, korkumu gizlemek isteyerek. Ayağa kalktım.
Cıkcıkladı bir kaç kez. Sonraysa yeniden bana doğru ilerledi ve, "Çok ayıp," dedi, alayla. "İnsan öldürmeye kalktığı kişiye karşı az da olsa mahcup olur..."
"Def ol git buradan!" dedim, öfkeyle. Bağırdığım gibi Duman havlayarak önüme geçti ve kuyruğunu havaya dikerek Cihan'ın karşısında durdu.
"Zorluk çıkarma bana Yağmur," dedi net bir ifadeyle. Alaylı tonunu bir kenara bırakmış, tüm ciddiyetiyle suratıma bakıyordu. "Yürü, gidiyoruz."
Duman birkaç kez üst üste havlarken bakışlarım ona kaydı ve, "Duman'ı sen mi bıçakladın?" diye sordum, dehşete düşmüş gibi. Gözlerimi yeniden ona çevirdim, elindeki kanlı bıçağa baktım. Bir şey söylemedi. "Gerçekten yaptın mı bunu?" diye sordum, hayretle. "Sen ne tür bir psikopatsın ya?!"
"Kes sesini de düş önüme," dedi ikaz edercesine.
"Hayvandan ne istedin?!" diye bağırdım, öfkeyle. Ben sinirlendikçe sanki Duman da bunu fark ediyor ve hırsla Cihan'a karşı havlamaya devam ediyordu. "Onun ne suçu var? Ne istedin masum hayvandan?"
Duman bir kez daha Cihan'a havlamaya başlarken; Cihan sabrı tükenmiş gibi, "Çek şu iti önümden," dedi bana.
"Burada tek bir it var, o da sensin!" dedim, öfkeyle. Fakat bunu dediğime daha son kelime ağzımdan çıkar çıkmak pişman olmuştum. Cihan'ın ateş saçan gözleri, gözlerimi yakarcasına bana çevrilmiş ve adımları da hızla bana doğru ilerlemişti. "Gelme," dedim, geriye doğru kaçarken. Hızla arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Fakat daha üç adım atmıştım ki Cihan beni kolumdan yakaladı.
"Tüm kurallarımı ihlal etmenin bedelini çok ağır ödeyeceksin, biliyorsun değil mi?" diye fısıldadı kulağıma. "Hepsini, tek tek!"
"N'olur bırak!" dedim, ağlamaya başlarken. Tam kurtuldum zannediyorken yeniden aynı şeyleri yaşamak beni mahvediyordu. "Bırak gideyim işte."
"Asla," diye fısıldadı, dişlerinin arasından. Kulağıma ve boynuma çarpan nefesi tüylerimi ürpertiyordu. "Seni değil bırakmak, yanımdan bir an olsun ayırmayacağım bundan sonra." Sonraysa ne olduğunu ve nasıl olduğunu anlayamadan, en son onun kucağına yığıldığımı hatırlıyordum. Gerisi yoktu.
⁛
On sekiz gün oluyordu.
Bu sabah güneş, on sekizinci esaretime doğmuştu. Kaçmayı başarıp yaşlı amcanın evine sığındığım üç günü saymazsak, tam on sekiz gündür Cihan'ın yanındaydım ve kâbus gibi sayabileceğim günler geçirmiştim. Ama artık yaşadığım şeyler bana kâbus gibi gelmiyordu. Sanırım bazı şeylere alışmıştım.
Mesela artık Cihan ikiletmeden sabahları erken kalkıyordum, o demeden kahvaltıya iniyordum ve yine o demeden onunla konuşmuyor, tek bir soru dahi sormamaya çalışıyordum. Sorulardan nefret ediyordu. Hatta ilk gün yaptığımız üçe bir anlaşmasını bile iptal etmişti. Ona hiçbir şekilde soru sormamı istemiyordu.
O gece beni yaşlı amcanın evinden aldığından beri hiç dışarı çıkmamıştım. İstesem de çıkamıyordum zaten. Cihan değil dışarı çıkmamı, kapının bir adım ötesine geçmeme bile deli oluyordu. Ve ben de artık onunla uğraşmak istemediğim için onu sinirlendirmemeye çalışıyor, dediği her şeyi yapmaya özen gösteriyordum.
Cihan'ın şöyle bir durumu vardı ki: ona karşı nazik ve sakin olduğunuzda kendisi de aynen o şekil oluyordu. Ona ters gidecek söylem ve davranışlarda bulunmadığımda, bana iyi davranıyordu. En iyisi de, o geceden beri bana bir kez bile elini sürmemişti. Hatta buna kalkışmamıştı bile. Yatarken de farklı yerlerde uyuyorduk. Ben üst kattaki yatakta uyuyordum, oysa aşağıdaki kanepede. Bu benim için onun söylediği her sözü dinlememe yeterli oluyordu. Bana dokunmadığı sürece ben de ona karşı artık daha sakin olmaya başlamıştım.
"Kahvaltını yaptıktan sonra dışarı çıkacağız," dediğinde, elimdeki çatalı tabağımın kenarına bırakıp bakışlarımı hızla ona çevirmiştim. "Markete falan uğramamız gerek, yiyecek bir şeyler lazım eve."
"Tamam," dedim. O kadar mutlu olmuştum ki dışarı çıkabileceğime...
Oturma odasının ortasında, koltukların ortasındaki küçük masanın tam kenarında durmuş üzerindeki tişörtü değiştiriyordu. Bunu bir kez daha yaptığı için artık onun çıplak gövdesini görmem bana garip gelmiyordu. Üzerindeki gri tişörtü çıkardı, koltuğun köşesine koydu ve aynı zamanda diğer elinde tuttuğu başka bir tişörtü kafasına geçirdi. Karın kasının hemen yanında, duran yarasına baktım. Bu benim eserimdi. Onu bıçakladığım günden kalan bir anıydı.
Siyah tişörtünü giydi ve üzerini gelişigüzel bir şekilde düzelttikten sonra bakışlarını bana çevirdi. "Sonunda dikkatini çektim herhalde," dedi, keyifli bir ifadeyle.
Bakışlarımı hızla tabağıma çevirirken, "Sadece yarana bakıyordum," dedim. "Gözüm takıldı."
Gözlerini üzerimden çektiğini hissettiğimde bakışlarımı yeniden ona çevirdim. Tepkisini merak ediyordum. Çenesini sıvazladı. Kumral tenindeki kirli sakalının uzadığına hiç şahit olmamıştım. Onları hep aynı boyda tutuyordu. Siyah saçları da öyleydi. Taramazdı genelde, dağınık bırakırdı. Saçı uzun değildi, abiminkiyle aynı boyda aynı gürlükteydi. Aslında Cihan'ın dış görünüşünde hiçbir kusuru yoktu. Tek sıkıntısı içindeydi. İçinin iğrençliği yüzüne hiç vurmamıştı.
"Şimdi nereme bakıyorsun?" diye sordu, bana bakmadan. Cebinden çıkardığı telefonuyla ilgileniyordu.
"Seni inceliyorum," dedim, dürüstçe.
Bakışlarını telefonundan çekmeden, "Niye?" diye sordu. Ne yapıyordu bilmiyordum ama kaşları çatılmıştı.
"Nasıl bu kadar kötü biri olduğuna hayret ediyordum," dedim. Dürüstlük yemini etmiş olmalıydım. Telefonunu kapatmadan bakışlarını yavaşça bana çevirdi; ben, bana kızmasını beklerken hafifçe gülümsedi.
"Ben kötü biri miyim?" diye sordu, sakince.
"Değil misin?" diye sordum ben de, aynı tonlamayla.
"Öyle miyim?" diye sordu, hafifçe kaşlarını kaldırdığında.
"Öylesin," dedim uzatmadan.
Bir süre öylece bana baktıktan sonra sesli bir nefes vererek bakışlarını üzerimden çekti ve elindeki telefonunu cebine koyarken, "Sen kahvaltını bitirdin herhalde, hadi git hazırlan," dedi.
Hiçbir şey söylemeden yerimden kalktım ve onun yanından geçerek üst kata çıkan merdivene yöneldim. Yukarı çıktığımda karşımdaki banyoya geçtim ve saçlarımı elimle düzelttim. Üzerimde siyah bir şort ve pudra pembesi bir tişört vardı. Zaten başka temiz kıyafetim yoktu. Buraya gelmeden önce Cihan'ın hazırladığı iki bavulun bizim kıyafetlerimizden oluştuğunu düşünmüştüm ama hiç de öyle değildi. Bavulların içinde kitap, yüklü bir miktar para, kendisi için birkaç parça kıyafet ve bir bilgisayar vardı. Ve benim bilgisayara dokunmam kesinlikle yasaktı.
Ayrıca kitaplar hariç geri kalan hiçbir şeyi garipsememiştim. Böyle bir adamın kitap okuyabileceğine epey şaşırmıştım. Ve biz buraya geleli on üç gün olmasına rağmen Cihan bu on üç günde tam dokuz kitap bitirmişti. Kitap okumayı çok seviyordu. Aslında ben de severdim ama onun okuduğu kitapların hiçbiri bana hitap etmiyordu.
Yeniden aşağı indiğimde, "Hazırlandım," dedim.
Kapının girişinde duruyordu ve benim ona seslenmemle bakışlarını bana çevirerek gözleriyle beni süzdü. "İyi," dedi sonra. "Çıkalım hadi." Kapıyı açtı, önce benim çıkmamı bekledi ve sonra kendisi arkamdan gelerek kapıyı kilitledi. Tam arabaya binmek üzereydim ki, "Artık söylemek istemiyorum ama sözümü dinlemezsen yapabileceklerim beni bile korkutuyor Yağmur," dedi. Yavaşça kafamı salladım. Herhangi bir plan yapacak halim yoktu zaten. "Hem..." dedi, beni inceleyerek. "Eğer gerçekten bir sorun çıkarmazsan..." Kelimeleri tane tane söyleyerek tepkimi ölçtüğünün farkındaydım. "... eve döndüğümüzde sınav sonucuna bakabilirsin."
Şaşkınlıkla gözlerimi açarken, "Gerçekten mi?" diye sordum.
"Evet," dedi, şoför kapısını açarken. Sesli ve derin bir nefes verdi. "Sorun çıkarma yeter."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNI BIÇAĞIN SIRTINDA (+18)
General FictionÇok istediği bölümü kazanmak için çok çalışmış ve sınav sonucunun açıklanmasını büyük bir sabırsızlıkla bekleyen genç bir kız. O çok beklediği sonucun açıklanacağı günün gecesi, sadece eğitim hayatını değil, tüm yaşamını etkileyecek olaydan bihaber...