Tam üç gün olmuştu yaşlı adamın evine geleli. Üç gündür yaşlı adamı tanımaya çalışıyor, Aysu'nun kırdığından bahsettiği telefonunu tamir etmekle uğraşıyor, bazen hiç tanımadığım Aysu gibi davranıyor ve zamanımın çoğunu yaşlı adamın köpeği Duman ile geçiriyordum.
Yaşlı amca, üç günde edindiğim bilgilere ve araştırmacı kişiliğimin de verdiği etkiye göre Alzheimer'dı. Annemin babası da -yani dedem- bu hastalığa sahipti, oradan biliyordum. Zamanında merak edip araştırmıştım. Alzheimer, bir tür unutkanlıktı fakat ciddi bir unutkanlıktı. Bu hastalığa yakalananların kimi, bazen kendini bile tanımazdı. Her şeyi bir anda unutuverirler, bambaşka bir konuya geçerler ve onlarla sohbet halinde bile olsaydınız bir anda konuştuğunuz konudan kopabilirlerdi.
Cihan'dan ise hiçbir haber yoktu. Ölmüş müydü, yaşıyor muydu, beni mi arıyordu yoksa can mı çekişiyordu bilmiyordum. Açıkçası bilmek de istemiyordum. Ölüp ölmemesi de umurumda değildi. Evet, eğer ölmüş olsaydı ben bir katil olacaktım ama bunu önemseyemiyordum. Ona olan nefretim ve bana yaptığı şeyler o kadar büyüktü ki, sanki benim onu öldürmem onun bana yaptıklarının yanında küçücük bir şeydi.
İçimde en ufak suçluluk duygusu yoktu.
Şu anda da yaşlı amcanın minik kitaplığından bir kitap seçmiş, onu okuyordum. Aslında kitabın sonlarındaydım. Kitapta, sıradan hayatından sıkılan bir genç kızın intihara teşebbüs etmesi sonucu akıl hastanesine kaldırılışından bahsediyordu. Hoşuma gitmişti. Daha önceden duyduğum ve çok da merak ettiğim bir kitaptı. Şimdi burada denk gelmem kaç gündür patlayacak dereceye gelen can sıkıntıma çok iyi gelmişti.
"Evde bilgisayar da mı yok?" diye sordum, kitabı kapattığımda. Üniversite sonucumu o kadar çok merak ediyordum ki, bu eve geldiğimden beri günde en az iki kez bu soruyu soruyordum. Kitabı kanepenin üzerine bırakıp günlerdir tamir etmeye çalıştığım telefona uzandım. "Başka bir telefon falan? Hiç mi teknolojik alet yok?"
"Yok," dedi yaşlı amca. Odaya girip her zaman oturduğu koltuğuna yerleşirken. "Bilmem ben öyle şeyleri."
"Ailen falan yok mu?" diye sordum. "Nasıl iletişim kuruyorsun onlarla?"
"Aile..." dedi ve duraksadı. Gözlerimi ayırmadan onu izledim. Bir süre daha sessizce ve dalgın bir ifadeyle durduktan sonra, "Duman nerede?" diye sordu, ayağa kalktı ve çevresine bakınarak dışarı çıktı. "Duman, oğlum!"
İşte yaşlı amca hep böyle yapardı. Ona bir soru sorardım, bir süre beklerdi ve en sonunda saçma sapan bir konuya değinir, bambaşka bir şeyle ilgilenirdi. Sıkıntıyla oflayarak ayağa kalktım. Bu evde ne bir telefon, ne bir televizyon ne de herhangi bir iletişim aracı vardı. Ve ne de çevrede başka bir ev ya da insan vardı. Yanda bir ev daha vardı fakat boştu. Bu yaşlı amca burada tek başına nasıl yaşıyordu bilmiyordum ve her merak ettiğimi ona sorduğumda da saçma sapan yanıtlar aldığım için artık ona hiçbir şey sormamaya karar vermiştim.
Mutfak eşyalarını nereden ve nasıl temin ettiğini sorduğumda, ayda bir kez kızının buraya gelerek kendisinin ihtiyaçlarını giderdiğini söylemişti. Ve tabii bu da yaşlı amcanın hatırladığı ve soruma hakkıyla cevap verdiği üç cevaptan biriydi. Bir diğeri Dumanla alakalı soruya verdiği bir cevapken diğeriyse Aysu denen kızı sorduğumda bana verdiği cevaptı... Kızı oluyormuş kendisi. Tabii doğru muydu bilmiyordum. Belki de her şey gibi bunu da karıştırıyordu, kim bilir?
⁛
Saat gece yarısını geçiyordu. Bu evdeki dördüncü günüme giriyordum artık. Yaşlı amca uyuyalı iki saatten fazla oluyordu. Bense kitabıma gömülmüştüm. Okuduğum kitabın bitmesine yaklaşık otuz sayfa kalmıştı ve kitap o kadar güzel ilerliyordu ki, saatlerdir üstünden kalkmıyor, büyük bir merakla okumaya devam ediyordum.
Susadığımı fark ettiğimde, kitabı açık bir şekilde ters çevirerek kanepenin üzerine koydum ve odadan çıkarak mutfağa girdim. Kendime bir bardak ve su alırken, yanımdaki pencereden hızlı bir şekilde bir şeyin geçtiğini gördüm. Ani bir refleksle kafamı cama çevirdim ve perdenin ardından görünen gecenin ürkütücü karanlığına baktım. O gördüğüm şey her neyse bir daha görmedim ve o an bunun bir yanılsama olduğuna kanaat getirerek yeniden bardağıma uzandım. Fakat tam suyumdan bir yudum almıştım ki, aynı şey bir kez daha oldu. İrkildim. Korkmuştum.
Bardağı tezgaha bıraktım ve perdenin ardından bir kez daha dışarı baktım. Kalbimin hızı artmaya başlamıştı. Gördüğüm gölgenin -ya da her neyse- Duman'a ait olabileceğini ve korkmamın gereksiz olduğunu düşündüm. Ya da bir nevi telkin ettim kendimi. Ama yok, bir köpek bu kadar büyük ve uzun olamazdı. Ayrıca Duman o kadar da büyük bir köpek değildi ve ben gördüğüm şeyin bir insan siluetine benzediğine emindim.
O an korkum katlanarak arttı ve aklımdan binlerce düşünce geçti. O olabilir miydi? Ölmemiş ve beni bulmuş olabilir miydi?
Duman'ın havlayan sesini duyduğumda artık iyice korkmaya başlamıştım. Hatta ödüm kopuyordu deseydim yeriydi. Yutkundum ve hızla odaya koştum. Perdeyi açmadan gizlice odanın pencerelerinden dışarı baktım. Ne Duman'ı görebildim ne de başka birini. Duman gittikçe daha öfkeli havlamaya başlıyordu.
Bir şeylerin yolunda gitmediğinden emindim artık. Ne yapacağımı bilemez bir halde doğrudan yaşlı amcanın kaldığı odaya koştum ve kapıyı tıklattım. Sahiden dışarıdaki sesi duymuyor muydu? "Dede!" diye seslendim, korkuyla. "Dışarıda bir şeyler oluyor. Kalkman lazım!" Ses gelmedi. Yaşlı amcanın uykusunun ağır olduğunu fark etmiştim ama bu kadarı çok fazlaydı.
Duman'ın sesi kesildiğinde dikkatimi yeniden dışarıdaki sese verdim. Birkaç saniye daha sessizlik devam ettiğinde yaşlı amcanın uyanacağından umudumu kesip yeniden odaya döndüm. Odaya girdiğim gibi yeniden havlama sesi duydum. Fakat bu seferki ses bambaşkaydı. Ses yine Duman'a aitti ama farklı bir şey vardı.
Duman, can çekişir gibi havlıyordu!
"Duman!" diye fısıldadım korkuyla. Duman'ın sesi yürekleri dağlayacak kadar kötü gelince daha fazla dayanamadım ve hızlıca kapıya koştum. "Duman!" dedim kapıyı açıp kafamı dışarı uzattığımda. "Neredesin, Duman?"
Çevreme bakındım. Kimse yoktu. Yalnızca Duman'ın sesini uzaktan duyuyor ve haykırışlarının sebebini hem merak ediyor hem de çok korkuyordum. Ama Duman'ın sesine duyduğum acı, korkumdan baskın çıktı ve adımlarımı dışarı atarak evin çevresine bakındım.
"Duman!"
Evin arka tarafından bana doğru gelen Duman'ı görünce rahat bir nefes verdim ve ben de ona doğru koştum. Tam yanına ulaştığımda üzerinin ıslak olduğunu fark ettim ve, "Suyla mı oynadın sen?" diye sordum, kızar gibi. Duman'ın hareketleri ağırlaştı. Bir terslik olduğunu anlayarak elimi kara kafasına ve gövdesine götürdüğümde sıcak bir sıvı hissettim.
"Duman!" dedim, dehşet içinde. Kandı bu. Duman yaralanmıştı. "Kim yaptı bunu sana?" diye sordum, yarasının kaynağını bulabilmek için onu inceleyerek. Fakat çok karanlıktı, yaklaşık on metre ötemizde olan tek sokak lambasının ışığından başka hiçbir şey yoktu. Bir kez daha çevreme bakındım. "Dede!" diye bağırdım sonra eve doğru. "Dede uyan, buraya gel, Duman yaralanmış!"
Yeniden Duman'a döndüğüm sırada, "Korkma," diye bir ses duydum arkamdan. Bu tınıyı duymamla adeta nutkum tutuldu. "Bıçak yarası." Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken korkuyla nefesimi tuttum. "Başta biraz acıtıyor, kan kaybettiriyor, hatta bilinci bile zayıf düşürüyor... Ama yara işte. Çabuk iyileşiyor."
Kafamı yavaşça omzumun üstünden arkama çevirdim. Oydu. Sokak lambasının altındaydı. Cihan, elinde tuttuğu yarısı kanlı bir bıçakla tam karşımda duruyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNI BIÇAĞIN SIRTINDA (+18)
Ficção GeralÇok istediği bölümü kazanmak için çok çalışmış ve sınav sonucunun açıklanmasını büyük bir sabırsızlıkla bekleyen genç bir kız. O çok beklediği sonucun açıklanacağı günün gecesi, sadece eğitim hayatını değil, tüm yaşamını etkileyecek olaydan bihaber...