Bölüm 38 - Ateş

56.5K 1.9K 265
                                    

Hurts-Rolling Stone

Arabada hiç konuşmamıştık. Salt sessizlik ikimize de iyi gelmişti öyle ki ne müzik açmıştık ne de sıkıntıyla iç geçirmiştik. Yaptığım tek şey boynumdaki kolyeyle oynamak, oynamak ve oynamaktı. Yanımızdan kayıp giden silik, gösterişli binalar kaslarımı geriyor, derimi sızlatıyordu.

Araba gösterişli kubbenin önüne çıkan yola girdiğinde huzursuzca yerimden kıpırdandım. Yarım basketbol topu gibi duran bina gecenin içinde kaybolacak kadar siyahtı. Gösterişini ise üzerine yansıyan seyrek yıldızlardan alıyordu.

Flaşlar ve kalabalık kubbe ile arama adeta bir duvar örmüştü. Ardı ardına şimşek gibi patlayan flaşlar koltuğuma iyice gömülüp yüzümü dizlerime saklama isteğime sebep oluyordu. Dilimle dudaklarımı ıslattım ve ona döndüm. Yakalarını düzeltti ve bana döndü.

"Konuşma, poz verme," dedi ve arabadan indi. Her adımında sanki podyumdaymış ve poz veriyormuş gibiydi. Arabanın etrafını döndü ve kapımı açıp elini uzattı. Nazik miydi? Hayır, sadece çıkarlarının peşinde koşuyordu.

Elimi usulca soğuk avcuna bıraktım ve eteğimin açılmamasına özen göstererek arabadan indim. Patlayan flaşlar gözümü alıyordu, nereye bakacağımı bilmiyordum. Araba farı görmüş tavşan gibi donmuştum.

Elimi kolunun altından geçirdi ve hafifçe sıktı. Çenemi kaldırdım ve derin bir nefes aldım. Koluna iyice girip kameralar arasından kendine nasıl yol açtığını izledim. Etrafta korumalar yoktu ancak muhabirler sanki görünmez bir güç duvarına çarpar gibi ona iki metreden daha fazla yaklaşmıyordu.

Her adım kalbimin ritmiyle oynuyordu, nefesim sığlaşıyor bedenim kasılıyordu. Şimdi, burada herkese her şeyi anlatsam ve kaçsam beni durdurabilir miydi? Durdursa bile bunu polisin ve diğer insanların öğrenmesini engelleyebilir mi? Hayır, onun ipini çekebilirim. Çekebilirim ama bu adam neden beni korkusuzca koluna takıyor? Hayatı, prestiji iki dudağımın arasındayken nasıl olur da onun yanında fütursuzca dikiliyordum.

Ağır adımlarımdan sebep bana döndü, ne düşündüğümü biliyordu sanki. Yüzü kaskatı, gözleri daha soğuktu. Cesaret mi aptallık mı? Elma ağacı mı mayın tarlası mı?

Belimi sertçe tutan elinin üzerine ellerimi koydum ve ona dişlerimi göstererek gülümsedim. Aşık değildim, nefret etmiyordum ondan. Çok bayıldığım söylenemez ama... Bir şeyler vardı. Sözleri, kelimeleri, yumuşak dokunuşları tenimde yankılanıyordu. Arzuluyordum onu ama sevmiyordum. Ona karşı miligram bir sevgi hissi barınmıyordu hücrelerimde. Tüm bunlara rağmen her hücrem çığlık çığlığa onun nazik dokunuşlarını istiyordu. Aptal olan beynim değildi, irademi alt üst eden vücudum ve hormonlarımdı.

Gülümseyişimle flaşlar daha seri patlarken Black önüne döndü ve beni çekerek adımlarını hızlandırdı. Sahte gülüşüm onda tepki yaratmamıştı. Ya da yaratmıştı ancak ben görememiştim.

Siyah halıyı uzun adımlarla geçip merdivenleri tırmandık. Kapıda iki görevli ve Lubitz bizi bekliyordu. Ne ara geldiğini düşünmedim, o Christopher'ın asistanıydı, mükemmel ve hazırlıklı olmak zorundaydı her daim.

Otomatik kapılar iki yana kayarak açıldığında bizi iki farklı görevli daha bekliyordu. Koridor tepedeki gösterişli avizelerle aydınlatılmasına karşın duvarlar ve yerler katran kadar siyahtı.

Önümüzde Lubitz, onun önünde ve arkamızda ikişer korumayla bir dakikadan daha kısa bir sürede ana salona ulaştık.

Şatafatlı kelimesinin cisimleşmiş hali gibiydi mekan. Tepeden sarkan avize büyüktü-cidden büyük- neredeyse geniş kubbenin her yanını sarmaşık gibi sarıyordu. Yerler, masalar ve insanların elbiseleri siyahtı. Tavandan sarkan avize ve heykeller ise tezat bir şekilde bembeyaz.

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin