Bölüm 29 - Vogue

50.9K 2.2K 98
                                    

Usul adımlarla merdivenleri tırmanırken bir yandan da çantamdaki anahtarı arıyordum. Her seferinde küçücük çantanın içinde kaybolmayı beceriyordu. Yakın bir zamanda anahtarlık almayı kendime not  ettim ve şıkırtıyla bulup çıkardım. Çantayı torbanın  içine atarken başımı kaldırdım. Dairemin kapısının önünde birisi vardı, biraz daha dikkatli baktığımda onun Ashley olduğunu gördüm. Homurdanarak arkasını döndüğünde yüz yüze geldik. Baygın bakışlarla başını yana doğru yatırırken ofladı. 

"Nerelerdesin kızım ya?" diye homurdanırken omuz silktim. Uzun adımlarla kapıya ulaşıp anahtarı gözüne yerleştirdim ve çevirdim.  Kapının ilk kilidi açılırken "Bir mesajla ortadan kaybolmak da nereden çıktı?" diye mızmızlandı. 

Derin bir nefes alıp içinci kilidi açtım, kapı aralanırken "Öyle gerekti," dedim 

Yerdeki torbaları alarak "Ah, tabi ya Christopher Parvis Black. Aklını başından aldı, değil mi?" diye alayla sorduğunda ağzım aralandı. Nereden biliyordu?  

Bana aldırmadan alışveriş torbalarını tezgâhın üzerine bıraktı, ben kapıda ona öylece bakarken Ashley durumumu fark edip bana döndü. Yüzümde nasıl bir korku ifadesinin olduğunu bilmiyorum, sadece Ash paniğe kapıldı. Poşetteki Vogue çıkarıp tezgâhın üzerinde attığında kapıyı kapatıp torbayı yere bıraktım. Benim için açtığı kenarını kıvırmış olduğu sayfaya göz gezdirdim. Dün sabah Aiden ve Elena ile kahvaltı yaptığımız mekanda çekilmiş birkaç fotoğrafımız vardı. Büyük fotoğraf ise taksiye binmeden hemen önce çekilmişti. Ben Christopher'a irileşmiş gözlerle bakarken onun ifadesiz düzdü. 

Büyük harflerle "Christopher P. Black'in yeni gözdesi!" yazıyordu. Cümlenin sonundaki ünlem o kadar alaycı görünüyordu ki tiksintiyle yüzümü buruşturup  dergiyi Ash'e doğru ittim.  

"Bunlar iş görüşmesinde çekilmiş fotoğraflar değil, di mi?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım. Ellerini birbirine zafer kazanmış gibi vurdu ve  yumruklarını havada salladı "Biliyordum!" diye haykırdı. Gözlerimi devirip pencereye yöneldim. Lavanta kokusuyla hassaslaşmış burnum toz kokusunu kaldıramıyordu. 

Pencereyi açıp caddenin egzoz kokusunu ciğerlerime çektim, evimdeydim. Arka mahallelerden birinde, güneş almayan, rutubetli bir evde yaşıyordum. Ne çorak bir arazideki eski bir ev, ne de gökdelenin tepesindeki bir daire... Burası benim ait olduğum yerdi. Özgürlüğümdü.  

"Dee," diye seslendiğinde başımı hafifçe ona çevirdim, hemen arkamda duruyordu "İyi misin?" diye sordu. 

Nefesimi usulca verdim "Biraz," diye mırıldandım. 

Elimi tutarak beni mavi koltuğuma doğru çekti, kendisi oturduktan sonra bende oturdum. Sandaletleri çıkarıp ayaklarımı kalçalarımın altına aldım ve dirseğimi koltuğun arkalığına yasladım. Ash arkasından bir yastık alıp ayakkabılarını çıkardı ve bana doğru dönerek yastığı kucağına sıkıştırdı. Birkaç saniye bana hevesle baktı, anlatmamı istiyordu fakat benim yeterli enerjim yoktu. Belki de vardı, emin değilim, sadece kendimi yorgun, terk edilmiş ve biraz kırılmış hissediyordum. 

Sabırsızca "Hadi!" diye ısrar etti. Ash'ten kurtuluş yoktu, bezgince başımdan geçenlerin hepsini, hiçbir şey atlamadan anlattım. Sustuğumda düz bir ifadeyle bana bakıyordu, ilk defa hiçbir şey sormadan sessizce beni dinlemişti. Genelde Ash sürekli soru sorarak ve yorum yaparak cümlemi yarıda keser bazen de cümlemin devamını unutmama sebep olurdu fakat bu kez sessizce dinlemişti. 

"Şimdi de seni bıraktı mı?" diye sordu sessizce. Gözleri dizlerimde bir şey arıyor gibi aşağı inmişti. "Bu da bir ceza olmasın?" dedi. Gözlerimi kısarak ona baktım, bakışlarını kaldırdığında omuz silkti ve yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi. 

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin