Elimde olmadan Christopher ile onu karşılaştırdım. İkisi de kabaydı ve yaşadıkları çevreye göre oldukça varlıklı kişilerdi, tek düşündükleri kendileriydi ve şiddete meyillilerdi. İkisi de zarar vermeyi seviyordu. İkisi de bir şey istediklerinde elde etmek için çabalamıyor, zorba gibi el koyuyordu. İkisinin de kendine has bir çekiciliği vardı fakat ikisi de birbirinde siyah ile beyaz kadar uzaklardı. Christopher şiddetini kullanırken merhametiyle insanı şımartıyordu fakat onun merhametten haberi bile yoktu, tek bildiği zorbalıktı.
Buzdolabından bir şişe şarap çıkarırken "Beklerken iyi gider," dedi. Başımı onaylar anlamda sallayıp dolapları karıştırırken gördüğüm şarap kadehlerinden iki tane alıp onu takip ettim. Ne olursa olsun Christopher şiddetini kontrol etmeyi biliyordu, onu etkileyici kılan bir diğer unsur da zaten buydu.
Terasa çıktığımızda tatlı rüzgar saçlarımı omzumdan sırtıma doğru savurdu. Deniz kokusu ciğerlerimi şenlendirirken yüzümdeki gülümsemeyi fark ettim, akşam güneşi yakıcılıktan uzak bir şekilde batıyordu, etraf turuncumsu bir renkteydi. Dün akşam bu saatlerde Christopher beni küvette boğmaya çalışırken şuan bana soğuk bir bardak şarap teklif etmişti. Hayat bazen haddinden fazla tuhaf olabiliyor.
Küçük bir açılma sesiyle tirbuşonun ucundaki mantarla masaya bıraktı ve elimdeki kadehleri yarısına kadar kırmızı şarapla doldurdu. Şarap şişesini masaya bıraktıktan sonra elimdeki kadehlerden birisini aldı ve korkuluklara doğru ilerlemeye başladı.
Terastaki rüzgar bir an olsun kesilmiyordu, saçlarım savrulup ağzıma giriyordu ve gözlerimi perdeliyordu. Kadehi daha bir yudum alamadan masaya bıraktım ve saçlarımı tepemde toplayıp toka olmadan uyduruktan bir topuz yaptım, beni saatlerce idare etmezdi ama birkaç dakika dayanacak bir topuzdu.
Kadehimi alarak yanına gittim, havuzun üzeri de saçlarım gibi dalga dalgaydı. Dirseklerimi yaslayıp onu taklit ederek gözlerimi boşluğa diktim. O güneşin bakışında belki bir kitap okuyordu ama ben sadece boşluk görüyordum. Şarabımdan bir yudum aldım, yoğun tadı dilimin altını, yanaklarımı, damağımı nazikçe okşayıp geride mayhoş hissini bırakarak boğazımdan aşağı kaydı.
"Christopher Parvis Black," diye adını telaffuz ettiğimde omzunun üzerinden kısa bir bakış attı. Adı dilimde çok güzel kıvrılıyordu. Uyumluydu ve asildi. Kişiliğini yansıtıp yansıtmaması konusu tartışılacak olsa da güzel bir ismi vardı. "Hiç canın yandı mı?"
"Yanmıştır," dedi. Duyulan geçmiş zamanla konuşmuştu, gözlerimi kısıp profilden onu izledim. İfadesizdi. Şaşılacak bir şey değil.
"Kardeşin var mı?" diye sordum
"Hayır," diye yanıtladı.
Dudaklarımı büktüm ve şaraptan bir yudum daha aldım "Kötü," diye mırıldandım "Aileni göremediğin zaman üzülür müydün? Okuldayken."
"Yaşıma göre bu değişim gösterdi, telefon görüşmelerinde beni göreceklerini söyledikleri zaman üzüntüm geçerdi, söyledikleri gün geldiğinde onları bulmayınca üzülürdüm. Annem akşam arar, bir sonraki hafta gelecekleri konusunda sözler verirken yeniden umutlanır ve üzülmeyi bırakırdım," dedi. Sesindeki soğukluk damarlarıma işlemişti. Gözümün önünde yedi yaşlarında bir çocuğun, bacaklarını sandalyeden sarkıtıp sallarken etrafına bakınması canlandı. Zor olmalıydı, tam da bir çocuğun ailesine sahip olması gereken yaşta tek başına bırakmıştı.
"Üzülmeyi ne zaman bıraktın?" diye sordum
"Hiç bırakmadım," dedi. Yani içinde bir yerlerde hala aile hasreti çeken, küçük, uslu bir çocuk vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Vedası | Teslimiyet
Fiksi Umum"Dediklerimi tekrarla," dedi kararlı bir tonda. İstemediğimi söylemeye cesaretim yoktu "Buradaki her şey doğrudur," sustum. Ağlamak istemiyordum fakat canım o kadar yanıyordu ki. Bakışları sertleştiğinde titrek sesimle tekrar ettim "Buradaki her şey...