Bölüm 49 - Yüz Yüze

40.4K 1.3K 377
                                    

Maala - Touch

Cannons - Down on Love

Broods - Free

Ruhum cadde başındaki kaltağın ağzında diliyle bir sağa bir sola ittiği, umarsızca şişirdiği sakız gibiydi. Bayatlamıştı ancak çürük dişler arasında, her uzva dokunmuş kirli dille savruluyor, bir başkası gelene kadar zulüm görmeye devam ediyordu. Cadde başındaki kaltağın çürük dişleri bendim. Cadde başındaki kaltağın kirli dili bendim. Cadde başındaki kaltağın alkol kokan teni bendim. Cadde başındaki kaltağın kirli elbiseleri bendim. Cadde başındaki kaltağın hastalıklı kadınlığı bendim.

Cadde başındaki kaltak bendim.

Hayatım dilimin üzerinde çevirdiğim sakızdı.

Suçlu olmamasına rağmen bir insan kendini nasıl bu kadar kirli hissedebilirdi? Neden her sorusunun öznesi hep onun saklandığı kapıya çıkar, sadece yumruklamakla kalmak o kapıyı tekmelerle yıkarak kendisini suçlu hissetmesine sebep olan okların üzerine çevrilmesine sebep olurdu? Suçlu oydu. Ancak ben kusuru kendimde arıyordum.

Ne yapmıştım?

Sorumun cevabı beni karanlık gökyüzünün olduğu, derin denizlerin dibine çekiyordu. Boğuluyordum. Kendi boğazımı sıkıyor, kendimi öldürüyordum. Kendimi bulup derin suların üstüne, nefes alabileceği karanlık kumsala çekmeye çalıştım. Gücüm yetmiyordu. Daha fazlasını talep etmeye, direnmeye, güçlü olmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Bağırıyordum. Duymuyordum.

Ve en sonunda ben de kendimle beraber battım.

Karanlık okyanus beni dibe çektikçe kıvrandım. Kollarımı, bacaklarımı kavrayan prangalar derime batıyor, adeta zımpara etkisi yaratıyordu. Haykırmak için ağzımı açtığımda ciğerlerim kendi yarattığım okyanusun suyuyla doldu. Beni boğdu. Burası benim karanlığımdı. Benim okyanusum. Benim suyumdu. Beni öldüren yine bendi.

Bileklerimi çekiştirirken bir boşluk yakaladım. Bu battığım okyanusun dibinde bulduğum bir damla oksijendi. Ciğerlerimi suyla doldurum canımı yaksa da o oksijeni bulmuştum ya... İşte o benim umudumdu. Biraz daha çekiştirdim. Bileklerim kanıyor, göğsüm heyecan ve acıyla bir yükselip bir alçalıyordu.

Dişlerimi birbirine bastırarak bileğimi iyice kendime çektiğimde bileğimi kurtarmıştım. Boşluktan diğer bileğim ve bacaklarım domino etkisiyle birer birer serbest kalmış, ona karşı pes etmiş tarafım kendini toprağın altına gömmüştü.

Kalçalarımla onu iterek kendimden uzaklaştırmaya, masayla aramda boşluk açmaya çalıştığımda dirseklerimi tutarak beni vücuduna bastırdı. Tüm vücudum titredi, boynumdan aşağı soğuk ürperme hissi inerken gözlerimde parlak, gümüş rengi noktalar belirip uçuşmaya başlamıştı. İçimdeki varlığını atmak adına kendimi çektim, kalça kemiğim masanın sert kısmına çarptı. Bu onun bana verdiği acının yanından geçmezdi yine de ertesi gün moraracağına şüphe yoktu.

"Melek..." diye hırladı sıkılı dişlerinin arasından. Adımı inlemesinden daha fazla zevk vermişti, vücudum adını koyamadığım tuhaf bir şevkle dolmuş, daha vahşi bir hale gelmişti. Silkinerek dirseklerimi elinden kurtarıp yüzümü ona döndüm. Bir yandan geri geri adımlarken diğer yandan da öfkeyle kıpırdayan kaslarını görüyor ve ürperiyordum. Doğru yolda mıydım? Belki. Belki de yerdeki jileti bulup kendimi öldürmem en doğru olanıydı ancak bunu istemiyordum. Kendi canıma kıymak demek, daha fazla pişmanlığı beraberinde getirirdi. Benim diğer tarafa olan inancım tamdı. Kendimi öldürmeyi ne kadar çok hayal edersem edeyim olmazdı. Bir keresinde tam bileğime dayadığım jileti sürtmek üzereydim. Kolaydı. Tek hamle. Hissedene kadar çoktan kesilmiş olurdu. Sonra bileğimi sıcak suyun içine bırakacaktım, sıcaktan genişleyen damarlarım, sol bileğim bana hızlı bir ölümü bahşedecekti. Yapamadım. Defalarca denedim ama olmadı. Dudaklarıma mühürlenen gülümseme sanki ruhuma işlemişti. Ölmemi engelleyen bir melek vardı. Kelime oyunu.

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin