Bölüm 30 - Sade

55.6K 2.3K 134
                                    

"Biz sizi ararız." 

Son birkaç gündür sıkça duyduğum bu cümle artık rahatsız etmiyordu. Gülümseyerek doğruldum ve eteğimi düzeltip çantamın deri saplarını kavrarken teşekkür ettim. Geri dönüş elbette olacaktı ama Christopher gibi bir patronum olur muydu bilemem. Onun gibi bir patronum olmasını aslında istemiyorum, istediğim onun benim patronum olması. Aslında seviyorum, bir yerlerde eksik olan disiplini bana veriyordu fakat... Cezaları gerçekten ağırdı. Birçok insanın kaldıramayacağı cinsten. Ve benim... 

Asansöre kalabalıktı, insanlar çıktıktan sonra bir grup eşliğinde kabine girdim. Alt kata inene kadar neredeyse her katta durmuş, bir grubu bırakıp diğer bir grubu almıştı. 

Şirketten çıktığımda derin bir nefes verdim, seçtiğim bölümün ne kadar uyduruk olduğu bariz bir şekilde ortadaydı. İyi bir işe girip, okuduğum bölümün alanında bir meslek bulmam için yüksek zümreden tanıdıklarım olması gerekiyordu ve benin bu zümrede tanıdığım iki kişi vardı: eski sevgilim ve eski sevgilimin erkek kardeşi. Eski sevgilimle erkek kardeşi yüzünden ayrılmıştık, ben onun ailesi için bir 'fahişe' gibiyken bana yardım etmezlerdi. Aslında Daniel -eski sevgilimin erkek kardeşi- bana yardım ederdi fakat ortaya sunduğu pazarlığı kabul edebileceğimi sanmıyorum. 

Zaten bir erkeğin gücüyle bir yerlere gelmektense açlıktan ölmeyi tercih ederim. 

Telefonu çıkarıp rehberden Ashley'in numarasını buldum ve aradım. Uzun uzun çaldıktan sonra telesekretere düştü. Sabahın bu saatinde uyumaktan başka bir şey yapmıyordur, onun için gün öğleden sonra üçte başlıyordu. Bir kez daha arayıp kulağıma götürdüm. 

"Hay ya! Bu saatte niye arar bir insan bir insanı?" diye homurdanarak telefonu açtı. 

"Bilmem, belki dostu olduğu içindir," diye karşılık verdim. Uzun uzun esnedi ve kedi gibi mırıldandı. Yatağın hışırtısı, birkaç saniye sonra açılan musluk, suyun tene çarparken çıkardığı sesler... Ancak dişlerini fırçaladıktan sonra telefonu yeniden kulağına götürdüğü üzerine bahse girebilirim. 

"Dinliyorum," dedi esnerken. 

"Buluşalım mı, diye soracaktım." dedim 

Güldü "Elbette, bana gel şapşal," diyerek kıkırdadı. Beynimin içinde kırmızı ışıklarla alarm ötmeye başladı. Cumartesi günü -ve daha önceki birkaç cumartesi günü/gecesi- bu teklifini hevesle kabul etmiş ve sonrasında ekşimiş bir mide ve bulantılı bir beyin ile tam bir hafta dinlenmiştim, bana her seferinde "Sadece bir kadeh" diyerek şişelerce içki içirmeyi başaran tek kişi. 

Gürültülü bir kahkaha attım "Saçmalama, elbette sana gelmeyeceğim. C&M'e gel, ben oraya geçiyorum." dedim 

Homurdanır gibi "Tamam, yarım saate geliyorum," dedi ve telefonu kapattı. 

Kendi kendime gülüp telefonu çantamın yan cebine attım. Christopher'ı ne kadar unutmak istersem o kadar gözüme batıyordu, sanki her yer onun şirketine aitti ve herkes yüzüne onun maskesini takmış, sesini taklit ediyor gibi. Bu gerçekten kötü. Demek istediğim; ben kolay kolay unutan birisi değilim ve onu unutmak... Zaten zor unutuyordum ve o gerçekten bende silinmesi imkânsız izler bırakmıştı, bu vücudumdaki berelerle sınırlı değil; kalbimde de iz bıraktı. İnkâr etmiyorum, istesem de edemem, onu seviyorum. Yani ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştım. İstiyordum ve... Sevgi hissetmiştim. Ufaktan bir ilgi... Bir şeyler... Vardı işte. Bunu yanındayken bu kadar baskın hissetmemiştim ama ondan ayrı geçirdiğim zaman boyunca her zerrem buna inanmıştı. Aşıktım. En kaba tabiri buydu. 

Kafeye girip her zamanki masama oturdum, kalabalık olmuyordu zaten buralar, çoğunlukla da masam da boş olurdu. Salep sipariş verip kitabımı çıkardım. 

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin