Bölüm 18 - Kucak

60.5K 2.3K 94
                                    

Aynı haykırışlar kulaklarımda yankılanıyordu "Yüz karası!", "Orospu!", "Beceriksiz!", "Kahrolası!" tepki vermeden onları izliyordum. Konağın avlusunda dizlerimin üzerine düşmüş, elimin altındaki betona bakıyordum. Ortadaki süs havuzunun suyu şırıl şırıl akıyordu, huzur vericiydi. O havuzun yanına, altıma bir minder alıp kitap okumayı severdim. Şimdi, onlar meydan okur gibi odama çıksan, alsam kitabımı ve minderimi, okusam, ne yazar diye düşünmüştüm. Ama o adamın gudubet sesi hayal kurmama bile izin vermiyordu. Her odadan bir başkası çıkarken dizlerimin üzerine doğrulup hırkamın kollarını avuç içlerime kadar çektim ve derin bir nefes aldım. Hakkımda söylenenlerin yalan olduğunu biliyordum ama ailemi onların gördüğünü söylediği gözlerine inandıramazdım. Bu adamlar bir şekilde onları kandırırdı ve ben buna engel olamazdım. Artık onların küçük Melek'leri değildim, kanatları kırılmış bir zavallıydım, masum değildim, bir hiçtim onlar için. Basit bir insan. 

"Ne oluyor ağam?" dedi annem şiveli ses tonuyla. Bir yandan başörtüsünü düzeltiyor bir yandan da saygıda kusur etmemek için ellerini kontrol etmeye çalışıyordu.  Avir hırçın tavrını saklamadan her an saldıracakmış gibi görünüyordu, eğer Ahmet Emir onu tutuyor olmasaydı çoktan saldırırdı. 

Arkamdaki adam, dedemin adamlarından biri "Senin bu kızının sadakati yok," dediği anda hayret nidaları konağın avlusunu soğuk bir sessizliğe gömdü. Oysaki hepimiz biliyorduk, ben böyle bir şey yapmamıştım ve asla da yapmazdım. Bu adam kendimi ona vermediğim için iftira atıyordu. 

Avir şivesiz bir sesle "Sen ne dediğini biliyor musun? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Melek kimseye ihanet etmez!" diye gürledi. İlk okulu bitirdikten sonra Bursa'ya yatılı bir okula okumak için gitmişti. Liseyi bitirdikten sonra herkes evine döner diye umut ederken o, Ankara'ya üniversite okumaya gitmişti. O yüzden pek şiveli konuşmazdı. Aslında büyüklerimiz dışında bizim ailede çok fazla şiveli konuşan olmazdı, sinirlendiğimizde ya da sevindiğimizde şivemiz ortaya çıkardı. 

Annem yatıştırıcı bir tonda "Sen ne dediğini bilir misin? Kızıma iftira atıyorlar, ben kefilim." dedi. 

İğrenç adam gür bir kahkaha attıktan sonra "Kendi gözlerimle gördüm!" dedi. YALAN. Görmedi. Koşarken Mustafa'ya çarptım, yardım istedim. Oysa bana yardım edeceğini söylemişti "Yüzünün güzelliği içine vurmamış," diye de iyice ezdi gururumu. Güzellik başa bela diye boşuna dememişler, eğer buradaki çoğu erkeğin gözü benim güzelliğimde olmasaydı, bu adam bana sahip olduğu için göğsünü kabartamayacaktı. Bana sahip olamadığında bu kadar nefreti köpürmeyecekti. 

"Melek. Melek'im. Söyle annene yavrum, doğru mu bunlar?" diye sorduğunda adam benim yerime cevap verdi. Aslında ona adam demeye dilim varmıyordu. Aşağılık herifin tekiydi.  

"Ne diyecek? Tabi inkâr edecek," diye homurdandı. 

Gülerek başımı kaldırdım "Siz söyleyin, ben böyle bir şey yapar mıyım?" diye konuştum meydan okurcasına. O gün annemlerin karşısında kapıdan davulla zurnayla uğurladığı küçük meleği yoktu, sevgi dolu kızı değildim. Gözlerime baktığında o da gördü bunu. Ölümün beni kurtuluşum olacağını gördü ve başını çevirdi. Biliyordu yapmadığımı ama bu adamın da beni kolay kolay bırakmayacağını biliyordu. Ölümün benim tek kurtuluşum olduğunu biliyordu, adımıza leke gelmesini göz önüne aldı ve adi herifi bitiren sözlerini söyledi. 

"Biz cezasını veririz."  dedi dedem gözlerini üzerime dikmiş nefretle bakarken.

Bir kez daha anneme sarılmak istedim. Ne olduğunu ya da nelerin döndüğünü bilmiyordum. Bir anda, henüz birkaç dakika önce dedemin karşısında otururken şimdi dizlerimin üzerindeydim. Bana inanır mıydı, bilmiyordum. Sözünden de dönemezdi. Sinir küpü gibi topuklarını yere vura vura gitti. Beni parçalayansa Ahmet Emir'in sözleri oldu. 

"Kilere kapatın, kocası gelene kadar da yemek vermeyin!" 

Aynaya baktığım kendi kendime defalarca tekrarladığım yeminimi hatırladım. Kendimi buna inandırana kadar çok uğraşmıştım. Defalarca "Bir erkeğe zorla boyun eğmeyeceğim!" diye tekrarlamış, evden çıkmadan önce saatlerimi öldürmüştüm. Okulda, sokakta, kafede... Nerede yüzümü görürsem, orada aynı şeyi tekrarladım. Şimdi bir adamın hükmü altına giriyordum. 

Hırçın birkaç damla gözlerimden süzülürken bir kez daha lanet ettim. Kolay kolay ağlayıp kendimi küçük düşürmezdim ama bugün, kim olduğunu bile bilmediğim adamın karşısında, bana inanmayan ailemin suratına baka baka ağlamıştım.  

Kürek kemiğimin üzerine ılık bir öpücük bıraktıktan sonra tenimin üzerindeki dudakları hareket etti "Ağlama," diye fısıldadı.  

"Yapma," diye karşılık verdim boğuk bir sesle "Bana gururumu çiğnetme, yeminlerimi bozdurma, benliğimi yok etme."  

Tasmanın zinciri sırtıma değdiğinde bıraktığını anladım, saçlarımı özenle toplayarak arkada bir tutam haline getirdi ve geriye doğru çekti. Burnunu kulağımın arkasına sürterek derin bir nefes aldı ve öptü.  

"Benim yanımda gururuna, yeminlerine, benliğine ihtiyacın yok," diye fısıldadı. Bacaklarımdan yukarıya doğru çıkan elini tuttum. 

Israrla yukarıya doğru çıkmaya devam ediyordu "Dur, lütfen," diye fısıldadım. Ağlamaktan gücüm kalmamış gibiydi. Ellerini ellerimin altından çekti, arkamdaki varlığı kaybolduğunda derin bir nefes aldım. En azında merhameti vardı. Ne kadar hırçın olursa olsun bir yerde bana acıyordu. 

Omzumdan tutarak beni sırtüstü çevirip halının üzerine yatırdığında şakla irileşmiş gözlerimi üzerine diktim. Tıpkı bir aslan gibi heybetini ve gösterişini ağır ağır yayarak üzerime çıktı ve kollarını iki yanıma koyarak yüzünü yüzüme hizaladı. 

"Ben daha senin kokuna doyamamışken, bırakır mıyım sanıyorsun?" dedi.  

Black tuhaftı. Bugüne kadar ki hayatımda karşılaştığım en tuhaf insandı. Sevmediğini söylerken âşık gibi davranabiliyordu, sersemletici bir etkisi vardı. Nedenini bilmiyorum ama içten içe bu sersemletici etkisi hoşuma gidiyordu. Beni özel hissettirmesini seviyordum, sadece bana odaklanmasını, saplantılı ve sahiplenici tavrı hoşuma gidiyordu. Birkaç dakika öncesinde bana bağırırken sonrasında beni mutlu etmesini seviyordum. Ona teslim olmak zorluyordu sadece, bu kadar zor olmasını sevmiyordum. Neden normal bir insan gibi olmuyordu, seviyorsa ya da amacı neyse neden belli etmiyordu. 

İlk öpücüğünü çenemin hemen altına bırakıp derin bir nefes aldı, sıcak tutakları soğuk teniyle birleştiğinde içimde tarifi imkansız volkanları köpürtüyordu. Öpücükleri aşağıya indikçe nefesimi kesiyordu. Kabullenmiştim, arzuydu bu. Hem de tarifi imkansız, güçlü ve yakıcı bir arzuydu. Aralık ağzımdan titrek bir şekilde nefesimi verdim, göğüslerimin ortasını öptü ve burnunu sürterek birkaç santim aşağı indi ve bir öpücük daha bıraktı. Halıya geçirdiğim tırnaklarımdaki sızıyla az da olsun kendime gelebilmiştim. Mantıklı davranmam gerekiyordu. 

"Lütfen beni kırma," diye fısıldadım. Duraksadı. Gözlerimi tavana dikmiştim bu yüzden hareketlerini göremiyordum. Bedeninin varlığının üzerinden çekildiğini hissettiğimde gözlerimi açtım. Ağır adımlarla camın kenarına doğru yürüyordu.  

Kalkıp sutyeni aldım ve hızlıca üzerime geçirip tasmayı çıkarmak için elimi boynuma götürdüm. Black ise önündeki koltuğa oturmuş, dirseklerini dizlerine yaslamış şehrin manzarasına bakıyordu. Tasmanın derisi terli avuç içlerime dokundukça anılarım bir kez daha çırpınıyordu.  

Hayvanat bahçesinde gördüğüm aslanı hatırladım, onun yanına girmek için ne kadar çok ısrar ettiğimi, babamın tehlikeli olduğunu söylediğinde "Sevgi her şeyi yumuşatır." dediğimi. Küçükken daha zekiydim, daha kıvraktım. Ta ki kaybolana kadar.  

Tasmayla uğraşmayı bırakıp Black'in yanına gittim. Ne hareket ediyordu ne de tepki veriyordu, bu halleri biliyordum, yaşamıştım, çok fazla korkutmuyordu beni. Sırtından sarılıp başımı yasladım. 

"Başka bir şeyler yapmak ister misin?" diye sordum cevap vermedi "Karnım acıktı, yemek yer miyiz?" 

Göğsüne sardığım elimi tuttu ve baş parmağıyla okşayarak "Peki," dedi. Yapmayacağım bir şeyi yaptım ve tişörtünün üzerinden omzunu öpüp teşekkür ettim.  Ne için? Niye?

Bilmiyordum.



Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin