Bölüm 3 -Kurallar

96.2K 3.4K 339
                                    

Yıllarca karanlığın içinde kendime bir ışık yaratmaya çalışmıştım. Yıllarca Dee Heaven Lutz'u oluşturmaya çabalamıştım ancak kaçınılmaz son beni bir şekilde bulmuştu. Tam da yağmurdan kaçtım derken doluya tutulmuştum. Ceza mıydı, bilmem... Bunları hak ediyor muydum, bilmem... Ağrılı bedenim ne yerde ne gökte.... Ne duvarların arasında ne de bulutların yumuşaklığında... Bir yerde hapsolmuştum. Yine... Yine acı beni bulmuş, kanatlarım koparılıp hapsedilmiştim.

Çıkış neredeydi? Elimdeki anahtar hangi kapıyı açıyordu? Hangi kapı bana aralık bırakılmıştı? Mideme demir atmış kozalar kelebek olmak yerine çürümüş, kutlaşmış, kendi kendini yemeye başlamıştı. Kaç saattir oturduğumu bilmediğim koltuk, derimle bütünleşmiş gibiydi. Müziğin ne zaman sustuğunu, şeytanın inini ne zaman terk ettiğini, bana ne için pazarlık sunmuştu, bilmiyordum. Beynim her şeye bıkkınlıkla burun kıvırıyor, kanamış ruhum çakallar sürüsüne karışmış aykırı hangi günah varsa işlemeye hazır görünüyordu. İki parça değildim, on parçaya bölünmüştüm. İyi, kötü, mutlu, depresif... Her duygu kendi uygarlığını ilan etmiş, mızraklarını ve kızgın yağlarını hazırlayıp köşesine çekilmişti.

Black tıpkı onun gibiydi. Talep etmiyordu. İstiyordu. Tek kelimeyle, süsten uzak bir dille bileğime taktığı kelepçeyle bana isteğini sunuyordu. Diktatör edasıydı bu. Tek bir seçenek vardı ve onu seçmeye mecburdum. Tekrar boyun eğmeye mecbur bırakılıyordum. Bunu yapmak doğama aykırıydı lakin ben yine bunu yapmak zorunda kalıyordum.

Aynı şeyler tekrarlanıyordu.

Son kaçınılmazdı. Saklanmak ne geciktirirdi ne de onu saklandığı köşesinden çıkarıp yeni bir nefes üfleyebilirdi. Çürümüş kurtlar zehirlemeye devam eder, ölene kadar... Kendini öldürene kadar aynı günahı işlemeye devam ederdi.

Kaskatı kesilen boynumu tam daireyle çevreleyerek sırtımı dikleştirdim ve karşımdaki televizyona baktım. Benim kadar karanlıktı ancak ben o televizyon kadar yeni yahut gösterişli değildim. Eskiydim. Hurdalıkta parçalanmaya mahkum, kimsenin bakmayacağı eski eşyalardan farkım yoktu. Parmaklarımı saçlarımın arasına daldırıp geriye doğru taradım, takıldığı yerde fırsatını bulmuş itin sahibine taktığı çelme gibi saçlarıma sıkıca asılıp koparmak istercesine zorladım. Dudaklarım acıyla gerildiğinde parmaklarımı serbest bırakıp koltuğun sert kırletlerine öfkeyle vurdum.

Black neredeydi? Ne zaman çıkmıştı? Müzik ne zaman dinmişti? Ne zaman buraya oturmuştum? Sorular zihnimde dönüp duruyorken duvarlarını iyice sıvadığı kaçık aklım kendini bir sağa bir sola vurmaya başlamıştı. Duvarlarda yeni çatlaklar oluşuyor, bu kez tamiri zor hasarlara neden oluyordu.

Koltuğumdan kalktım. Bacaklarım pelte gibiydi. Kendimi zorlayarak birkaç adım daha ileri atmaya zorladım. Yeterince güçlü olduğumu aksederek heybetli, on iki kişilik cam yemek masasıyla koltuğun arasından geçip aralık kapıdan terasa çıktım. Perdeleri aheste aheste dans ettiren rüzgar yabancı misafirini kovmak istercesine suratıma sertçe çarptı. Saçlarım omuzlarımdan sırtıma doğru savrulurken ılık rüzgarın ve tatlı güneşin tenimin üzerinde çiftleşmesinin hazzı kaliteli içkiyle bekaretini bozmuş gelinin yaşadığı hazza eş değerdi. Sahip olamayacağım ve asla nasıl hissettireceğini bilmediğim farklı bir histi.

Beş büyük adımda havuza ulaştım. Krizi fırsata çevirmeye çalıştığım çırpınışlarla havuzun kenarına oturup bacaklarımı ılık ve berrak suya bıraktım. Her hücrem teker teker gevşerken bacaklarımı kendine has bir tınıyla sallanmaya bıraktım.

Ne yapacaktım? En doğru soru o adam ne yapacaktı?

Aynı soru zihnimde defalarca kez yankılanırken "Bakıyorum da manzarayı keşfetmişsin," dedi. Sesi, tanıdık olmak zorunda değildi. Tamamen yabancı kaldığım evde benim dışımda bir erkek ve bir kadın vardı. Erkek ve kadın sesini ayırt edebilecek kadar kendimdeydim. Henüz...

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin