"Hayatınızı seviyorsanız, zamanınızı boşa geçirmeyiniz; çünkü zaman hayatın ta kendisidir."
Benjamin Franklin
**********
Saçlarıma vuran rüzgar, yüzümü yalayıp geçerken etrafıma baktım. Burası neresiydi böyle? Tıpkı bir cennet bahçesinde gibiydim. Yüksek bir tepede, etrafı seyretmeye başladım. Güneş etrafı nasıl güzel aydınlatıyordu. Her taraf nasıl da yemyeşil, nasıl da canlıydı. Karşımda sıralanan dağlar, dağları bir elbise gibi örten yemyeşil bir orman, aşağıdan gelen bir su şırıltısı... Başımı az aşağı doğru indirdiğimde uzaklardan gelen bir ırmağın kıvrılarak daha da aşağı gittiğini gördüm. Arkamı döndüğümde tam dibimde kocaman bir ağaç vardı. Her şey bir karpostal gibiydi.
Gerçekten burası neresi? Burada ne işim var? Neden üzerimde çiçekli bir elbise ile elimde küçük bir çanta tutuyorum? Ağaca daha dikkatlı baktığımda bıçakla kazınmış bir şekil gördüm. Büyükçe bir kalp, ve ortasında kocaman bir N harfi. Dallarının her bir yanına bağlanmış, küçük küçük, rengarenk kumaş parçaları.
Başımı tekrardan aşağı doğru indirdiğimde, karşıdaki yoldan iki kişinin bana doğru geldiğini gördüm. İkisi de bir atın üstündeydi. Epey uzaktaydılar. Birisi attan inerek, ırmağın öteki ucunda kalıp etrafı gözetlemeye başladı. Diğeri ise atıyla beraber ırmağı taş bir köprüden geçti ve tepeyi tırmanıyordu. Biraz daha yaklaştıkça elinde kocaman bir papatya buketi gördüm. Üzerinde beyaz bir gömlek, altında ise bol paça siyah bir pantolon. Saçlar ise 70li yılların modasına uygun olarak uzatılmış. Bu da kimdi böyle? Ve neden bana gülümsüyordu?
Tam bir Türk sinemasının içindeyim. Karşımdaki kişi Tarık Akan mı yoksa? Attan indi. Bana uzattığı çiçeklere tam elimi uzatırken bir anda her şey kapkaranlık oldu. Ses duymaya başladım. Telefon sesi..************
Telefonumun ısrarlı çalmasına uyanmıştım. Allah'ım bu ne saçma rüyaydı diye gerinip telefonu açtım. Arayan, arkadaşım Tuğba'ydı:
-Selin kalk acil televizyonu aç. Şoka gireceksin kanka.
-Ne oluyor yahu?
-Kız aç diyorum çabuk. Bütün dünya çalkalanıyor şuanda.
-Üff tamam.Esneyerek yerimden kalkıp televizyonu açtım. Kanallarda sabah haberleri başlamıştı. Fakat hepsi aynı haberi veriyordu:
"Zaman makinesi prototipinde sona yaklaşıldı. Test aşamasına geçilecek"
"Zamanda yolculuk artık imkansız değil. Uzmanlar insanlı yolculuklara yakın zamanda başlanabileceğini duyurdu"
"Geçmişe gitmek mümkün müdür? Birazdan bilim adamları açıklıyor"
Üfff. Bu neydi ki şimdi? Hâlâ ayılamamışken bir de sabah sabah bilimdeki gelişmelere mi heyecanlanacaktım. Banane kim ne yapıyorsa yapsın. Rüya da anında zihnimden silinip gitmişti.
Kahvemi hazırlarken Tuğba'dan mesaj geldi. Yarım saat içinde beni alacağını söylüyordu. Acil hazırlanmalıyım. Koştur koştur kıyafetlerimi çıkarırken televizyonda bilim adamları kuantumdan, görelilik kuramından, ışık hızından, uzay zaman bükülmesinden ve bilimum anlamadığım, anlasam bile zerre umrumda olmayan olaylardan bahsediyordu. Estetikli sarışın spiker çok anlıyormuş gibi anlatılan terimlere onaylar biçimde kafa sallarken, kendimi kadına gülerken buldum. Televizyonu kapatıp, çıkmadan aynada şöyle bir kendime baktım. Tam dizimde biten kalem elbise beni çok şık göstermişti. Saçım, makyajım sade ve güzel görünüyordu. Aynada baş parmağımı havaya tutup kendime göz kırptım.
Çantamı alıp aşağı indim.
Benim sevimli arkadaşım çoktan gelmiş, kapının önünde beni bekliyordu. Arabaya kendimi atıp "Günaydın" dedim. O ise arabayı çalıştırıp aşırı heyecanlı biçimde konuşmaya başladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN ZAMANSIZ YOLCULUĞU ❤️
General Fiction1 #zamanyolculuğu Siyah beyaz fotoğraf... Salim... Kamyon... Bu fotoğraftaki adamı bulmak için, ne çabalar harcadım. Bu fotoğraftaki adama aşık oldum. Bu fotoğraf yüzünden kendimi riske attım. Bu fotoğraf yüzünden zaman yolculuğu yaptım. Bugün bur...