25 Temmuz 1977 tarihinde gelmişim. Beni tüpten çıkaran heyet açıkçası beni çıplak görmeyi beklemiyormuş. Fakat Amerikalı bilim adamları durumu izah edince tek parça halinde gelebilmeme çok sevinmişler. Yaklaşık olarak 2 hafta boyunca bilincim kapalı bir şekilde yatmışım. Dört koldan durumum takip edilmiş ve müthiş bir gizlilik içerisinde raporlanmış. Bilincim açılıp kapanıyormuş sürekli. Bir kez de kalbim durmuş. Kalp masajı tekniğini denemişler. Amerika'dan getirtilen şok cihazı da işe yaramış. Doktor Fehmi Bey ve ekibi gerçekten çok uğraş vermiş. Ancak, anladığım kadarıyla mühendis ekibinden bazıları projede yer almak istememiş. Bu olayın duyulmasından, devrimci ve sol grupların tepkisinden çok çekinmişler. Amerikalıların ülkemizde olduğundan kimseye bahsedilmemiş. Sağ sol çekişmeleri ve çalkantılı ortamın tam ortasına düşmüşüm yani.
Siyasetten şundan bundan asla anlayan ve yorum yapan birisi olmadım hiç. Tam bir apolitik vatandaşım ben. Bütün ideolojiler bana uzak. Bir düşünceye körü körüne bağlanmak ve ölümüne savunmak bana göre saçma ve gereksiz.
Yavaş yavaş toparlanıyorum. Hemşirelerin yardımıyla biraz da olsa yürümeye ve bir şeyler yemeye başladım. Yediğim yemeklerin tadını almaya başladığımda öyle farklı geldi ki. Durumumu takip eden doktorlar beni her gün ziyarete gelip bir şeye ihtiyaç duyup duymadığımı soruyorlar.
Üzerimdeki gecelikten çok sıkıldım açıkçası. Şöyle sportif bir eşofman, tayt falan olsa ne kadar rahat ederdim. Tişört giymeyi bile çok özledim.
Sıkıntıdan patlıyorum odada. Telefon ve internetin olmaması beni bunaltıyor. Ne bağımlıymışız ama? Bari bir televizyon olsaydı.
Şükür ki bu isteğim çok geçmeden yerine geldi. Odama tüplü ve siyah beyaz AEG marka bir televizyon geldi. Hapishanede gibiyim ama Küçük Ev ve Bonanza beni biraz da olsa neşelendirdi. Zaten tek kanal. Bazen televizyonda başbakanın konuşmasını izliyorum. Ekonomik buhranlardan ve hükümet politikalarından bahsederken nasıl da kendini dinleten bir konuşmaya sahip ya.
Aynı adamın akşam yanıma gelip oturması ve benimle sohbet etmesi bana çok farklı hissettiriyor. Ne tuhaf? Eski siyah beyaz yayınları kendi zamanımda izlediğimde, geçmiş zamanı da siyah beyaz yaşanıyor zannedermişim ben. First Lady ile de tanıştım. Ama kadın benden pek hoşlanmadı galiba. Bir kaç kez ziyaret etti ve sonra bir daha gelmedi. Bu projeye karşı olmalı.
Odamda oturup televizyondan sıkılınca bana verdikleri evrakları okuyorum. Biyografimi tam ezber yapmam ve birisi sorduğunda hayatımı anlatabiliyor olmam lazım. Tam Kurtlar Vadisi senaryosu gibi yaşadıklarım. Bari Polat Alemdar yapsalardı ya ismimi, tam olurdu her şey.
"İsmim Nazlı Akdere. 10 Mart 1953 Eskişehir doğumluyum. Annem ev hanımı, babam ise yüksek mühendis. İlkokulu Eskişehir'de Cumhuriyet İlkokulu'nda okuduktan sonra Eskişehir İlköğretmen Okulu'na kaydoldum. Okulu 1971 yılında bitirdikten sonra da çeşitli köylerde ilkokul öğretmenliği yaptım. 1977 yılında da Yozgat Yerköy ilçesinden ayrılıp Bozbeyli ilçesinde göreve başladım."
Eğitim hayatım ve kişisel bilgilerim dışında özel hayatımla alakalı pek bir bilgi bulunmuyor. Sanırım bu konuda atış serbest. Sözleşme maddelerinin dışına çıkmadığım müddetçe, kendimi nasıl anlatacağımı kendim belirleyeceğim sanırım. Özlük dosyaları oluşturuldu ve tam bir öğretmen gibi tüm evraklar içine kondu. Bunları da yanıma alacakmışım.
İyileşme sürecim tamamlandı. Yan odada bulunan lavaboyu ve banyoyu kullanıyorum. Bir kaç farklı kıyafet de geldi. Biyografimi yalayıp yuttum. Beş altı cümle zaten. Buraya geleli yaklaşık iki ay oldu. Okullar açıldı ve hatta bir hafta geçti bile. Neden hâlâ gönderilmiyorum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN ZAMANSIZ YOLCULUĞU ❤️
Genel Kurgu1 #zamanyolculuğu Siyah beyaz fotoğraf... Salim... Kamyon... Bu fotoğraftaki adamı bulmak için, ne çabalar harcadım. Bu fotoğraftaki adama aşık oldum. Bu fotoğraf yüzünden kendimi riske attım. Bu fotoğraf yüzünden zaman yolculuğu yaptım. Bugün bur...