8. Bölüm

53 9 0
                                    

Şaşkınlıktan donakaldım. Burada onunla karşılaşmayı hiç beklemiyordum. Ben oraya gittiğimde görecektim onu ya. Şimdi değil. Burada değil. Psikolojik olarak hiç hazır değilmişim. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Dizlerimin bağı çözüldü. Heyecandan tir tir titremeye başladım. Ne yapacaktım şimdi ben? Nereye gidiyordum? Zihnim allak bullak oldu. Elindeki çiçekli elbise beni daha da bir şaşırttı. Bu elbiseyi ne ara koymuşlar valize? Açıkçası çok sevindim valla.

Peki ya Salim? Ben onun ölüm haberini aldığımda yaşlı bir adamdı. Nasıl göründüğü hakkında bir fikrim olmadı ki hiç. O sebepten hep Salim Bey diye kendisini kodlamışım zihnime. Karşımda ise genç bir delikanlı var. Hem de fotoğrafından bile daha yakışıklı.

Oldukça uzun boylu. Sanırım o da tren kalkmaya ramak kalmışken perona yetiştiğinden boncuk boncuk terlemiş. Hızlı nefes alıp veriyor. Koyu kumral saçlarından bir tutam perçem önüne düşmüş. Üzerinde kahverengi bir ceket, beyaz bir gömlek, kahverengi İspanyol paça bir pantolon, altında da siyah ayakkabılar var. Üstü başı biraz tozlu. Nazikçe bana gülümsüyor.

Tren kalkış düdüğünü duyunca gülümsemesi bir anda gitti. Tren yavaşça yanımızdan hareket etti. Kaşlarını çatıp bana baktı.

-Yahu, hadisene be ablacım ya. Treni kaçırıyoruz. Azmii koş laan.

Arkamızdan Salim yaşlarında genç bir çocuk yetişti. Eşyalarımı ışık hızıyla toplayıp trene atladılar. Tren hızlanacakken bana seslendi.

-Hadi be ablacım koş yahu.

Ayaklarım berbat haldeydi. Koştum. Uzattığı elini tutup son anda kendimi trene attım. Nasıl da güçlü adam. Tüy gibi çekip aldı beni. Aldığı gibi de dengemi kaybedip kucağına düştüm. Belimden yakalayıp dengemi sağlamama yardım etti. Kafamı yukarı kaldırdım. Burun burunaydık. Koyu kahverengi gözlerine baktım. Burnuma, terle karışık, erkeksi bir koku geldi. Derin bir nefes alıp içime çektim.

Feromonlarr!!!

Tren hızlandı. Kapı girişinde sarılır vaziyette kaldık. Hâlâ göz gözeyiz. Belimi bırakmadı. Onun da bakışları bana kilitlendi. Bir anda utandım. Kendimi geri çektim.

-Abla sensin.
-Ne diyeyim. Teyze mi diyeyim?
-Terbiyesizliğin lüzumu yok.

Cevap vermesini beklemeden eşyalarımı toparlayıp kompartımana yöneldim. Azmi koridorda. Boş yer aradığı belli. Ben de bakındım. Her yer dolu. Son bölümde Azmi'nin oturduğu kompartımanı boş görünce el mahkûm oraya geçtim. Salim de yanıma oturdu.

Ayaklarım dayanılmaz derecede acıyor. Valizimi ve çantalarımı yerleştirdim. Kollarımı kavuşturup oturdum. Ama ayaklarımın acısı dayanılacak gibi değil. Çıkarıp baksam iyi olacak.

Salim saçını eliyle geriye atıp Azmi'ye döndü.

-Ulan, aptal herif. Hani trenin kalkmasına daha çok vardı?
-Saat 4 değil mi?
-Peronun tavanından sarkan büyük saat 4 buçuğu gösteriyordu. Şükür yetiştik. Ama tren bileti parasını da adamlar ödeyince şaşırdım.
-Ne yapayım abicim ya? Kız meselesine buralara getirdin bizi. Saati kontrol edemedik senin yüzüne. Paramızı bitirmeseydin sen de. Şükür herifler insaflıymış. Ama araba da arabaydı ha. Neydi Renault mu?

Bir yandan acıyan ayaklarımı düşünürken, bir yandan da gergin ve heyecanlı bir şekilde ikisine baktım. Bunlar neden bir kol saati takmıyorlar ki? Amaan banane. Başımı öteki tarafa çevirdim.

Salim ise gözleriyle beni süzüyor. Yandan bunu fark ettim. Aklım hâlâ girişteki sahnede. Ama saçma bir şekilde hangi kız meselesi olduğunu merak ettim. Teyze demesi ayrı bir gıcıklıktı. Heyecandan ölecek gibi oldum öteki taraftan da. Sen tut, o kadar zaman yolculuğu yap. Türlü sıkıntılara katlan, ölümlerden dön. Karşına da aha böyle serseri tipli birisi çıksın. Hem de daha Bozbeyli'ye varmadan. Hayal kırıklığına da uğradım. Gerçekten karmakarışık duygular esir aldı beni.

AŞKIN ZAMANSIZ YOLCULUĞU ❤️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin