27/BÖLÜM: "TESLİMİYET"

322 30 236
                                    


Yağmur olsan binlerce damla arasından tutardım seni. Çünkü korkarım, toprak aldığını vermiyor geri.”

Cemal Süreya

***

Derler ki kaderinizdeki kişi dünyaya geldiğinde, gökyüzünüzde bir yıldız belirirmiş… Ve ta ki günün birinde siz onu bulana dek o yıldız, size ona giden yolu göstermek için tüm gücüyle parlamaya devam edermiş…

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Derler ki kaderinizdeki kişi dünyaya geldiğinde, gökyüzünüzde bir yıldız belirirmiş… Ve ta ki günün birinde siz onu bulana dek o yıldız, size ona giden yolu göstermek için tüm gücüyle parlamaya devam edermiş…

Lakin bu yol göstericinin tek kötü yanı sadece gece gözüküyor olmasıymış. Yıldızları görmek isteyen geceye razı olmalı. Hayatımın yıldızlarına ulaşmak istiyorsam, içimdeki geceye razı olmalıymışım… Ona teslim olmalıymışım.

Söylesene anne? Mutlu olmak için her seferinde teslimiyetimin zincirlerini celladımın ellerine mi vermem gerekiyor? Özgürken mutlu olamaz mıydı ki insan? Yıldızımın parlaması için geceye mahkûm olmak istemiyorum ben. Geceye mahkûm olmayı değil, geceye ait olmayı istiyorum. O aidiyeti hissetmek istiyorum. Galiba ben artık nefes almak istiyorum. Soluklanmak istediğim kişi ise gecenin ta kendisi. Galiba bu yol gösterici, pusulasını hiçlikte kaybedeli çok olmuş. Yanlış yolu gösteriyor bana. Ait olduğum yeri veya kişiyi değil, gökyüzünü gösteriyor… Geceyi gösteriyor. Fakat bu yanlış. Ben geceye ait değilim. Kimse değil. İnsan geceye teslim olabilir mi ki? Olamaz… Peki, ya olursa?

Elimdeki kalemi beyaz kâğıdın üzerine bırakıp sandalyede geriye yaslandım. Karanlık odanın içindeki gece lambasının loş ışığıydı yalnızca içeriyi aydınlatan. Önümdeki kâğıt yığınına bakarken ofladım. Saatlerdir öylece oturup bir şeyler karaladığım için belim tutulmak üzereydi. Sandalyeyi geriye çekip doğrulduğumda ağrıyan ensemi ovaladım. Odamın içinde dolaşarak yönümü pencere kenarına çevirdim. Gecenin kör sessizliği çoktan yeryüzünü hâkimiyeti altına almıştı.

Uzanıp pencereyi açtığımda her zamanki gibi odamın serin havayla dolmasına izin verdim. İçerisi fazla sıcaktı. Oysaki kış ayına girmek üzereydik. Keskin bir soğuk vardı havada. Ama odam sıcaktı. Bir dakika! Hayır değildi. Kalorifer peteklerinden yalnızca benim odamınki yanmıyordu. Odam soğuktu. Sıcak olan bendim. Ben dediysem de tenim değil, içimdi yanan. Tenim soğuk olsa da ben üşüdüğümü hissetmiyordum. Tuhaf…

“Liva,”

Cemre kapının ardından seslenirken aniden kapı çalma zahmetine bile girmeden damdan düşer gibi odama daldığında, etrafımda dönerek kalçamı pencerenin mermerine yasladım. Ellerimi de mermere yaslayıp sırtımı rüzgârın esintisine çevirdim.

DÜŞ KAPANI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin