"Hemen geleceğim."
Sakin bir gülümsemeyle söyleyince aynı şekilde karşılık vermek istedim. Ama ağzıma tıkıştırdığım koca lokmayı yutmam zaman alacak gibiydi. Jongin de düştüğüm durumun farkına varmış olmalıydı ki sandalyesini tiz bir ses eşliğinde geriye itip ayaklanırken o sakin gülümsemesi alaycı bir hal aldı.
"Daha fazla sipariş edebilirsin." Dedi. Küçük bir kahkahasını engellemeye çalıyor gibiydi.
Hala dolu ağzımla cevap veremeyeceğimin farkındaydı. Benimle eğleniyordu. Ona belki kelimelerimle cevap vermedim ama uzaklaşmaya hazırlanan oğlana çatık kaşlarımla kızgın bir bakış attım. Sonunda arkasını dönüp lavaboya gitmek için uzaklaşırken gülüşünü engellemeye bile çalışmamıştı bu kez. Gözlerimi devirip elimde yarısı yenmiş koca hamburgeri yavaşça tabağıma bıraktım. Üçüncü hamburgerim olması dışında bir sorun yoktu.
Uzanıp suyumdan büyük bir yudum alırken etrafıma baktım. Geldiğim son seferki gibi herkesin kendi halinde sakince takıldığı bu güzel mekana. Yixing'in kendince eşsiz bir havası olan kafe/restoranına. Bu kez dans eden kimse yoktu. Üstelik sakin ve mükemmel bir müzik çalıyorken. Anlaşılan çoğu insan bizim gibi bir şeyler yemeye, içmeye gelmişti. Bakışlarım biraz daha dolandı etrafta. Farklı bir şey aradım ama yoktu sanırım. Sonra bana en uzak duvardaki bir tablo çekti dikkatimi. Çekmeyecek gibi de değildi üstelik. Tablo koca duvarı neredeyse boylu boyunca kaplamıştı.
Arkeolojiden ya da mitolojiden zerre bir şey anladığım yoktu. Ama bu tabloda koca bir tahtta elinde mızrakla oturan figürün Zeus olduğunu ben bile tahmin edebilmiştim. Etrafında büyük bir karmaşa olmasına rağmen Zeus bütün mahmurluğuyla tahtına kurulmuş direkt olarak bana bakıyordu. Sert bakışlara rağmen gülümsemekten kendimi alamadım. Bu sakin mekana bu kaos dolu tabloyu asarken ne düşünmüştü Yixing acaba.
"Selam."
Sol tarafımda kalın bir ses yükselip dikkatimi kendine çekmeden o tabloyu anlamını çözebilecekmişim gibi dikkatle izliyordum. Bir anda kulağıma ulaşan ses benim beklenmedik olduğundan hafifçe irkildim. İrileşen gözlerimle yanımda rahat bir gülümsemenin yayıldığı yakışıklı yüzüyle bana bakan yabancı bir oğlana döndüm. Konuşmaya başlamadan önce yavaşça yutkundum.
"Evet?"
Verdiği selamını şaşkın bir sesle sorgulamama bozulmadı. Aksine gülümsemesi büyüdü.
"Oturabilir miyim?"
İstemsizce ilk olarak az önce Jongin'in lavaboya gitmek için kaybolduğu koridora kısa bir bakış attım. Henüz dönmesi için erkendi ama şimdi gelse olmaz mıydı?
"Ben..."
Nazik sesine karşın onu reddetmenin en az kaba yolunu ararken kekelemeye henüz başlamıştım ki gerek kalmadı. Oğlanın omuzuna bir el tutundu.
"Min. Yanlış masadasın tatlım."
Kendisine Min diye seslenilen yabancı omuzuna konan ele bakmak için dönerken Yixing'le karşılaştı. Hissettiğim rahatlamayla gülümsedim. Yixing bana göz kırptı.
"Az önce masasında oturanı görmedin mi?"
Yixing bir anne edasıyla söyleyince Min dudak büküp omuz silkti.
"Arkadaşı olabilir Xing. Neden sormama izin vermiyorsun?"
Yixing başını hafifçe yana eğerken sevimlice gülümsemeye devam etti.
"Sormana gerek yok. Ben biliyorum işte. Bu masa dolu Min. Hadi hayatım, masana dön."
Min önce ona bakarak somurttu. Ardından bana dönerken yeniden gülümsedi. Bu gülümsemenin de az önceki kadar coşkulu olduğunu fark edince bu durumlarla sık sık karşılaştığını düşündüm. Anlaşılan reddedilmeye alışkındı. Oysa koyu renk gözleri, neredeyse kalemle çizilmiş gibi düzgün yüz hatları ve fena sayılmayan vücuduyla yakışıklı biriydi. Ama içimde bir yerde tüm bunlara rağmen ondan etkilenmediğimi kendime itiraf ediyordum. Anlaşılan Kim Jongin'in varlığı bütün benliğime işlemişti. Hem de düşündüğümden çok da etkili bir şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Dahlia
Fanfiction''Sehun.'' dedi. Göz kapaklarım titredi ama açmadım. Konuşsam sesim de titrerdi hatta. Konuşmadım. ''Bak. Bir erkeği öpersen böyle hissedersin.'' Ben üzerime yıkılan bütün duvarlarımla kendi enkazımda ezilirken söyledi. Bir erkeği öpmek böyle mi hi...