'Geldik sayılır.'
Telefonuma gelen mesajla gereksiz bir heyecana kapılırken Minho'ya döndüm. Hala elindeki şeyi sallıyordu.
"Sürpriz olması gerekiyordu." dedim yanan kağıt parçasına bakıp acı acı söylerken.
Minho'nun diğer yanında zaten hali hazırda halimize kahkaha atmakla meşgul olan Jiwon söylediklerimle kahkahasının dozunu arttırdı. Bir eli karnını buldu. Zar zor nefes alıyor gibi görünüyordu. Gözlerimi devirdim.
Böyle olmaması gerekiyordu. Chanyeol'un bu aralar sıkıntısız geçen randevuları, geride bıraktığımız sınav haftası ve geçen bu haftalar boyunca herkesten gizli saklı yaşadığım sakıntılar düşünülürse biraz rahatlamamız gerektiğini düşünmüştüm. Özellikle de Kyungsoo'yu geçen bu günler boyunca bir kez olsun görmediğimiz için. Oğlan bir anda ortaya çıktığı gibi bir anda yok olmuştu. O akşam Jongin söylediğinde kurtulamadığım endişelerim böylelikle tamamen tükenmişti. Sonunda.
Bu yüzden bu sakin cumartesi gününü Chanyeol'un arka bahçesinde, ki arkadaşımın bu sürprizden haberi yoktu, barbekü yaparak değerlendirmeyi önermiştim. Diğer herkes de sanki bunu bekliyormuş gibi heyecanla kabul etti. Bu yüzden şimdi bu arka bahçede Chanyeol ve Joy hastaneden gelene kadar hazırlıkları tamamlamaya çalışıyorduk.
Çoktan yanmaya başlaması gereken kömür yığınına baktım. Bütün özgüveniyle kendisi halledeceğini söylediği için ateş işini Minho'ya bırakmıştık ama anlaşılan beceremiyordu. Hala bir ateş yakamamıştık ama tutuşmak bilmeyen kömürlerden müthiş bir duman çıkmaya başlamıştı. Birilerinin yangın var sanıp itfaiyeyi aramayacağını umuyordum.
"Lanet." Minho sinirle söylendi.
Sinirlenmeye başlamıştı çünkü kömürler yerine tutuşan tek şey maşanın ucundan sarkan kağıt parçasıydı ve oğlan şimdi de onu söndürmeye çalışıyordu. Hala gülmeye devam eden Jiwon'a baktım. Kesinlikle yardımcı olduğu falan yoktu.
"Kes şunu Jiwon. Ben kapıya gidip onları karşılayacağım. Bari gelene kadar..." tam o anda şimdiye sönmesi gereken kağıt parçası beton zemine düştü. İç çektim. Minho pes etmeyip yarısı küle dönüşen kağıda ayakkabılarıyla basmaya başladı. "En azından şunu söndürün." Dedim dudak bükerek.
Jiwon sonunda gülmeyi bırakmış Minho'nun hala elinde tuttuğu maşaya uzanıyordu. Beni başını sallayarak onayladı.
"Nayeon." Dedim şikayet edercesine.
Beş metre kadar uzağımızdaki masada sakince oturmuş bizi izleyen kız ona seslenmemle bana döndü.
"Şunlara göz kulak ol."
Gülümsedi. Jiwon'un çocuk olmadığına dair söylenmelerini duymazdan gelerek bahçenin eve açılan kapısından içeri girdim. Geniş salonu hızla aşıp kapıya yöneldim. Ben kapıya varmış açıp açmamaya karar vermeye çalışıyorken duyduğum anahtar sesiyle bir adım geriledim. Kapı aralandı. Chanyeol ifadesiz suratıyla içeri adımladı. Ama attığı ilk adımda beni fark edip irkilerek durdu. Önce kısa bir gerginlik kapladı yüzünü. Hala şaşkınlığını atamadığını düşündüğüm o bir dakika kadarlık sürenin ardından yüzü aniden aydınlandı. Gülümsedim.
"Hun?"
"Erken mi geldik?"
Jiwon erkek arkadaşının koca bedenini aşıp içeri girerken heyecanla söyledi. Başımı iki yana salladım.
"Bir saat bile verseniz içerideki ekiple bu işin üstesinden yine gelemezdik."
Evet. Barbekü kararından yaklaşık bir yarım saat önce fena pişman olmuştum. Joy gülmeye başladı. Chanyeol kafa karışıklığıyla ikimize teker teker baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Dahlia
Fanfiction''Sehun.'' dedi. Göz kapaklarım titredi ama açmadım. Konuşsam sesim de titrerdi hatta. Konuşmadım. ''Bak. Bir erkeği öpersen böyle hissedersin.'' Ben üzerime yıkılan bütün duvarlarımla kendi enkazımda ezilirken söyledi. Bir erkeği öpmek böyle mi hi...