Bölüm 24

117 16 70
                                    


Dudaklarımda tamamen ritimsiz bir ıslık seke seke ilerliyordum kampüsün taş döşeli yolunu. Omuzumdaki çantam hafif zıplamalarımla bir aşağı bir yukarı hareket edip duruyordu.

Neşeliydim. Ah, keyfim kesinlikle yerindeydi. Çünkü yapmıştım. Her zamankinden çok daha hızlı hazırlanmış ve esmere yakalanmadan evden çıkıp okula koşturmuştum. İçimde küçük bir çocuğun masum bir yaramazlığının iç gıdıklayan o hafifliği vardı. Kendimce Jongin'le oyun oynuyordum işte. Üstelik bu oyun sabahki tüm o kötü hislerden bir anda arınmama yardımcı olmuştu. Beni bekle dediği halde, sırf hoşuna gitmeyeceğini bile bile onsuz gelmiştim okula. Kızacağını, sinirleneceğini hatta belki surat asacağını biliyordum. Zaten tüm bu olasılıklar beni bu oyuna sürüklemişti işte.

Elim dudaklarımı buldu. Yavaşça kıkırdadım. Dışarıdan delirmiş gibi göründüğüme emindim. Umursamadım. Chanyeol'un beni beklediğini söylediği kafeteryaya kadar neşeli hallerimi zerrece olsun saklamadan yürüdüm. Bu umursamaz hallerim koca binanın kapısının önünde ancak kırıldı. Adımlarım durdu. Dudaklarım büzüştü. Ben içeri, muhtemelen Chanyeol'u tek bakışta göremeyeceğim kadar kalabalık binaya girmeden önce tereddüt ettim.

Pekala. Jongin'i sinirlendirmek, esmerle uğraşmak bu sabah keşfettiğim gibi eğlenceliydi. Ama Chanyeol'la değildi. Çünkü Chanyeol'la içinde bulunduğumuz durum ne bu neşeyi ne de bu umursamazlığı kaldırabiliyordu ne yazık ki. Beni içeride arkadaşımın huysuzlukları, şikayetleri ve küçük bir de sorgu bekliyordu. Emindim buna. Ofladım. Ders başlamadan önce en azından bir kahve içebilecek vaktimin olabilmesi için artık içeri girmeye karar vermek üzereydim ki cebimden boğuk bir ses yükseldi. Cebimden hızlıca çıkardığım telefonun ekranında gördüğüm isim dudaklarımın yeniden iki kenara kıvrılmasına neden oldu. Kafeteryaya girmeyi birkaç dakikalığına daha ertelemeye karar verip aramayı cevapladım.

"Evet."

"Neredesin?"

Kıkırdamamak için kendimi tutmak zorunda kaldım. Sesindeki huysuzluk asık suratını o kadar canlı bir halde gözümün önüne getirdi ki gülmemek benim için çok zordu açıkçası.

"Okulda."

Sesim gülmemeye çalıştığımı ele verecek kadar kırık çıkmıştı. Nefesini sertçe verdi.

"Beni beklemedin öyle mi?"

Göremese bile omuz silktim.

"Bilmem." Dedim yapabildiğim kadar umursamaz bir sesle. "Belki yine bir yerlere kaybolmuş olabilirsin diye düşündüm. Ah. Ve Şimdi de gitmeliyim. Bir kahve içip Chanyeol'u ondan kaçmadığıma ikna etmem gerekiyor."

"Sehun..."

Dilimi hafifçe dışarı çıkarıp cümlesini bitirmesine izin vermeden aramayı sonlandırdım. Az önceki tereddütüm tamamen kaybolurken yeniden, geri dönen tüm o neşemle içeri adımladım. Tahmin ettiğim gibi Chanyeol'u içerideki kalabalığın içine bulmak kolay olmamıştı. Yanında Jiwon, Nayeon ve Minho'yla kafeteryanın ortasındaki büyük masalardan birinde oturuyorlardı. Jiwon yanında, kolunu omuzuna attığı kız arkadaşıyla hararetli bir konuşmaya dalmıştı. Minho Jiwon'un hemen karşısında, Chanyeol'un yanında sakince elindeki içeceği yudumlayıp onları dinliyordu. Chanyeol'un aklı ise başka bir yerde gibiydi. Kollarını göğsünde birleştirmiş boş bakışlarla karşısında bir yerlere bakıyordu. Derin bir nefes alıp adımlarımı hızlandırdım.

"Selam."

Çantamı yanıma indirip Chanyeol'un yanına oturdum. Bana yan bir bakış attı. Diğerleri beni selamlarken onun ağzından tek kelime çıkmadı. Gülümsedim. Pekala. Annesi küçükken en sevdiği oyuncağını bağışladığı zamanki hallerine benziyordu. Diğerleri yeniden kendi hallerine dönerken ben Chanyeol'a döndüm.

Black DahliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin