Bölüm 14

131 17 35
                                    


İki gün geçmişti. Kırk sekiz saat. Ve ben bu iki gün içinde kendi benliğime dönmüştüm. Jongin'le yan yana gelmekten de onunla karşılaşmaktan da çekinir olmuştum. Üstelik eskisinden daha beter. Ama bu canımı sıkıyordu. Kendime dürüst davranıp itiraf ediyordum ki hoşuma gitmiyordu. Aklımı kurcalayan bir şeyler vardı. Oğlanın iki gün önce beni bir kafede sessizce terk edip gitmesinde huzurumu bozan bir şeyler vardı ve ben ne olduğundan emin değildim. Aslında düşünmek de istemiyordum ama aklıma doluşan soruları engelleyemiyordum da.

Neden bu kadar kafama takıyordum mesela? Sebebi yıllardır kaçtığım oğlanı sonunda anlamaya başlamam olabilir miydi? Cevabını kendime dahi söylemekten korkuyordum. Çünkü bu, büyük ihtimalle apaçık ortada olan bir gerçekti. Sonunda onu anlamaya çalışmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Bu ana kadar bana söylediği her kelime aklımda dolanıp durmaya başlıyordu. Üstelik içten içe hak vermeye de başlamıştım. Hangi cümlesi yanlıştı ki? Kendimden kaçmıyor muydum? Özgürlüğümü Chanyeol'a adamamış mıydım? Benliğimi, isteklerimi, arzularımı tek bir adama hapsetmiştim ve ondan kurtulmayı becermekten acizdim. Haklıydı işte. Chanyeol benim için en büyük hataydı. En olmayacak kişiydi. Yine de tüm bu yapbozda diğerlerine uymayan bir parça vardı ki anlam veremiyordum. Kim Jongin bana karşı bir şeyler hissettiğini söylüyordu. Bu ihtimal dahi veremediğim bir şeydi. Beni tanıdığını söylüyordu ama ben bu zamana kadar ondan başarmam bir görevmişçesine kaçarken nasıl beni tanıyabilirdi? Üstelik ben Oh Sehun'dum. Bu zamana kadar yaşadığı hiçbir şeyi engelleyememiş bir aptal. Kimseye karşı çıkamayan bir beceriksiz. Benden nasıl hoşlanabilirdi. Aksine nefret etmesi, yüzümü dahi görmek istememesi gerekmez miydi?

Ama esmer yapmıyordu. Bu zamana kadar bir kez olsun yapmamıştı hatta. Zihnimde Kim Jongin'in bana açık açık düşmanlık sergilediği hiçbir anı yoktu. Bir tane bile. Lafını esirgemiyor, ağzına geleni söyleyip duruyordu evet. Ama bunların hiçbirinde bir kötülük sezememiştim. Daha çok omuzlarımdan tutup sarsmak ve beni kendime getirmek istiyor gibiydi. En başından beri böyleydi hatta. Beni görmezden geldiği zamanlar haricinde her zaman aptal olduğumu ve diğerlerinden kurtulmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Ne zaman benimsediğimi fark etmediğim tüm bu cümlelerine o kadar aşinaydım ki durup düşünmemiştim. Neden böyle yapıyor diye ne kendime sormuştum ne de ona. Ama sebebi bu olamazdı değil mi? Sırf buna bakarak oğlanın benden hoşlandığını falan düşünmek aptallık değil miydi?

İç çektim. Kollarım balkonumun korkuluklarına yaslandı. Ilık bir rüzgar uzayıp anlıma dökülmüş saçlarımı savurdu. Elimdeki ılımış biradan son yudumumu aldım. Şişeyi elimde tutmaya devam ederken önümdeki apartmanın çatısının ardından uzanan manzarayı izlemeye devam ettim. O an inanmadığımı fark ettim. Jongin'in bana karşı romantik herhangi bir duygu besleyeceğine zerre inancım yoktu. Sebebinden emin değildim.

Aşağılık kompleksi miydi? Kim Jongin görüp görebileceğim en yakışıklı insanlardan biriydi çünkü. Ve daha önce yanında gördüğüm bütün diğer erkekler dönüp bir daha bakmak isteyeceğiniz güzellikteydi. Bense... bendim işte. Yırtılana kadar eski kıyafetlerimi giyiyor, derslerde salyalarımı akıtarak uyuyor ve Chanyeol'un etrafından gezinmekten başka bir şey yapmıyordum. Aptal ve özgüvensizdim. Jongin ise tam tersiydi. Kurduğu her cümlede kendini haklı çıkarırdı.

Belki de benden hoşlanmasına imkan dahi veremem içinde olduğumuz tüm bu durumdandı. Jongin'in Chanyeol'la olan sürtüşmeleri herkesçe bilinirdi. Ve ben Park Chanyeol'un en yakın arkadaşıydım. Benden hoşlanması kadar absürt bir durum daha olabilir miydi? Sanmıyordum.

Ya da basitçe başka biri tarafından sevilme ihtimalime inanmıyordum. Çünkü benim dünyam Chanyeol'dan ibaretti. Her ne kadar bunu yıkmaya, değiştirmeye çalışsam da şu an için kurtulabilmiş değildim. Bu yüzden ondan başkasını düşünemiyordum bile.

Black DahliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin