İçimde kararan her şeyle zıtlaşmak istercesine her adımında bir renk barındıran bu kuytu sokağa gireli kaç dakika kaç saat oluyor bilmiyorum.
Nefret ettiğim kalabalığı bu kez hiçe sayarak bir köşesinde yer edindiğim bu kaldırım köşesinde neyi, kimi bekliyorum bilmiyorum.
Ne bulmayı umuyorum? Neyi hayal ediyorum? Bilmiyorum. Hiçlikte gibiyim hatta. Kısa zamanlı bir bilinç kaybı yaşamış gibiyim.
Yerdeyim. Rengarenk ışıklarla donatılmış ama eski görünümlü bir tabelası olan barın kapısının bir metre kadar uzağında, sırtım duvara yaslı. Bir elimde yarıladığım bira kutusu var. Jiwon'un alelacele elime tutuşturduğu varlığını bir süre öncesinde ancak fark edebildiğim, içinde ılımış ve iğrenç bir biranın bulunduğu kutu. Kollarım dizlerime dayalı, başım öne düşmüş öylece oturuyorum.
Yerdeyim. Sokağın girişinden çok da uzak olmayan bir köşedeyim üstelik. Çünkü buraya daha girer girmez bana çarpan sarhoş bir bedenle kendimi yolun ortasında bulmuş, sürüne sürüne ancak bu duvarın köşesinde yer edinebilmiştim.
Ah. Aslında yabancısıyım buranın. Dedim ya ikinci gelişimdi. İlkinde attığım ikinci adımda bedenimi saran korkuya yenilmiş daha fazla ilerleyemeden gerisin geriye kaçıvermiştim. Şimdi daha cesur değildim. Aksine ikincisinden daha beter bir korku daha beter bir yenilgiydi hissettiğim. Ama buradaydım işte.
Etrafımdaki insanların hepsinde yadırgadığım o neşe vardı. Yarısı sarhoştu. Bir kısmı sakince geçip gidiyordu önümden, bir kısmı bütün dünya ona kalmış gibi heyecanla. Uzun sokak boyunca sıralanan barların her birinden ayrı bir müzik sesi, ayrı bir gürültü geliyordu. Ama bu nedense beni rahatsız etmiyordu. Hayatımda ilk defa ne kalabalıktan ne de gürültüden rahatsızdım.
Tadı her geçen an daha da kötü olan biramdan koca bir yudum aldım. Tam karşımdaki mekandan bir çift çıktı. İkisi de otuzlu yaşlarının ortasında görünüyordu. Ya da belki de daha yaşlı. Emin olamamıştım.
Dengesiz hareketlerle önce kapıya çarptılar. Kısa bir gülüşmenin ardından birkaç adım atıp kapının hemen yanında durdular. Hemen hemen aynı boydaydılar. Birinin saçı uzun, arkasında küçük bir atkuyruğu olacak şekilde sıkıca bağlanmıştı. Kırmızı bir tişört bir de kot pantolon giymişti. Teni bronzlaşmış gibi koyuydu. Bedeni şimdi tam karşısında duran diğeri tarafından duvara yaslanmıştı. Kısa saçlı giydiği siyah gömleğinin birkaç tane fazladan düğmesini açık bırakarak kaslı bedenini gözler önüne seren oğlan, yaptığı bu hareketten sonra arkasını bana dönmüştü.
Ardından dakikalardır hissettiğim, bana yabancı olmayan bu duyguyu tavana çıkaran o şey yaşandı. Siyah gömlekli oğlan omuzlarından sıkıca kavradığı diğer adamı yavaşça öpmeye başladı.
Niye gelmiştim buraya? Gay barların sıralandığı, insanlar arasında adı Gökkuşağı Sokağı olarak bilinen bu kuytu ve hareketli sokağa niye gelmiştim? Gerçeklerle yüzleşmeye mi? İstediğim, hayal ettiğim şeyin aslında ne kadar imkansız olduğunu görmeye mi? Beni bekleyen şeyin gerçek bir imkansızlık olduğunu buraya gelmeden önce de bilmiyor muydum zaten?
Neydi bu şimdi peki? İçimde deminden beri alevlenen ve durmak bilmeyen bu kıskançlık hissi neydi? Neyi kıskanıyordum? Birini, bir erkeği, asla böyle arzuyla öpememeyi mi? Asla böyle özgür olamayacak olmayı mı? Neyi kimi kıskanıyordum? Kıskanmaya hakkım var mıydı?
Karşımdaki çift iyiden iyiye derinleşen öpüşlerine bir son verene kadar mahrem olduğunu düşünmeme rağmen gözlerimi alamadığım yakınlaşmalarını utanmadan izledim. Birkaç dakikanın ardından birbirlerinden yarım karış kadar uzaklaştılar. Sonunda kol kola girerek yine aksayan o dengesiz adımlarla sokağın başına kadar yürümeye başladılar. Yanağımı koluma yaslayıp gidişlerini bir süre daha izledim. Bu bana zevkten çok acı verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Dahlia
Fiksi Penggemar''Sehun.'' dedi. Göz kapaklarım titredi ama açmadım. Konuşsam sesim de titrerdi hatta. Konuşmadım. ''Bak. Bir erkeği öpersen böyle hissedersin.'' Ben üzerime yıkılan bütün duvarlarımla kendi enkazımda ezilirken söyledi. Bir erkeği öpmek böyle mi hi...