Öncellikle merhaba.
Fazla geciktiğimin farkındayım. Kafamı toparlayıp bir türlü yazamadım ve hep geriye dönük bölümleri düşündüğüm de yanlışlarımı gördüm. ilk on bölüme kadar tekrar yazmaya başladım ama bu bölümü yazmakla nasıl zorluk çektiysem onları yazmakta da çekiyorum. Ama o bölümlerdeki yanlışları düzeltmeye kalsam, daha kötü bozacağımdan eminim. Bütün bölümleri tekrar yazdığımda hepsini birden yayınlayacağım. Çünkü zırt pırt gelen bildirimlerden bende nefret ediyorum. Bu bölümün gecikmesinden dolayı özür diler ve iyi okumalar dilerim.
Berkay'ın doğduğu senelerde evimizi soba ile ısıtıyorduk. Ekim ayında kömürlükten soba borularını çıkarır bacaya göre ayarlanırdı. Ekim ayı Berkay yeni yeni yürütecin de adımlar atmaya başladığı zamanlardı. Komşularımıza göre sobayı en erken biz yakmaya başlıyorduk çünkü küçücük elleri geceleri buz kesiyordu.
Unutmadığım anların birini de o ekim ayında yaşamıştım. Annem, Berkay'ın minicik elleri kavrayarak yeni yanmaya başlamış sobaya değdirmişti. Anneme sorduğumda, "Eğer şimdi eli yanarsa bir daha elleyemez." demişti. Öyle de olmuştu. İşaret parmağının ucu kızarmamıştı bile ama onun sıcaklığını hissettiğinde korkarak veya anlamadığı şekilde ağlamıştı. O soba onun kavramında, öcü olmuştu. Ve annem her zamanki gibi haklı çıkmıştı.
Aklımdan çıkmayan bu olay çoğu insanın uyguladığı bir yöntemdi aslında. Bir kere sevgiliden canı yanmış insan; ikinciye aynı hataya düşmüyordu. Sevmiyor. Güvenmiyordu.
Ama ben üzülmelere, terketmelere doyamıyordum. Her defasında üzülüyor, kederleniyor ve deniz gelgitleri ruhum neler hissedeceğini bilemiyordu.
Oğuz'u hem sevip hem de canını yakmak istiyor; ama canı yandığından ondan daha çok ağlayacağımın bilincindeydim.
Ucunu sıkıca kavradığım battaniyeyi iterek, oturur duruma geçtim. Uyanalı bir saat olmuş, evden bir kıpırtı veya ses gelmemişti. Oğuz'un olmadığını fark edene kadar da düşünmekten beynimi yormuştum.
Ayaklarımı kanepeden sarkıtarak ayağa kalktım. Elbisem ve Oğuz'un kemeri yan yana yerde saçılmış dururken, dün gecenin yaşattığı hayal kırıklığı tekrardan bedenime kavuştu. Hayal kırıklığı ayak parmaklarımdan girerek bacaklarımdan oradan kasıklarıma ve en sonda kalbimle buluştu. Kalbimin hayal kırıklığı ile sıkıldığı ve adeta demir gibi eritildiğini hissettim. Demir 1.538 derecede erirken; ben Oğuz'un ağzından çıkan kelimeler ile eriyordum. Bu erime güzel tahrik edici kelimelerden oluşan bir erime değil; kötü kelimelerden oluşan erimesi.
Ellerimi birbirine sürterek buzhaneyi aratmayan ellerimin ısıtmaya çalıştım. Çıplak ayaklarım soğuk parke zeminde ilerlerken mutfağa ilerledim. Masada gördüğüm kağıt ile acele ile adımlarım birkaç öteden bile belli olan muazzam el yazısına gitmeye başlamıştı.
Eğik harfler ve tenimi ürperten birkaç sözcük...
Babamın başarılı olmasını şimdi daha iyi anlıyorum. Sen benim arkamda durmadığın sürece hep daha az işe yarar bir adam... Daha çok hata yapan bir adam olacağım. Bana sırtını dönme, Ahsen, beni sırtımı sıvazla...
Bedenim bu defasından soğuktan değilde kelimelerden titremişti. Oğuz yarım saatlik mesafeden bile kalbimin çarpmasına neden oluyordu. Şirkette olduğunu anladığımdan birkaç kelime daha yazmasına gerek kalmamıştı.
Benim sırtımı sıvazla... Ben ne yapıyordum, öyleyse? İyi bir kadın olup ona destek olmuyor muydum? Belki de olmuyordum ama izin verecek, beni kadını yerine koyan kelimeler sarf ediyor ama faaliyette bulunmuyordu. Bir adam sevdiği kadının yara almasını istemez ve yara almasını sağlamazdı ama isteklerini yerine getirecek kadar da onu önemsemeliydi. Oğuz ise sadece yara almama çalışıyordu. Yara almak umurumda değildi. Onu istiyordum. Hiç bir şeyi istemediğim kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin İzleri
RomanceAhsen geçmişte sevdiği şehri, her daim yanında olan ailesi, kardeşim dediği arkadaşlarını bırakarak kaçmıştır. Her sevdiği şey o şehirde kalırken isminden bile vazgeçmiş ve ikinci ismi olan İnci'yi kullanmaya başlamıştır. İnci Özdemir yıllarca yaln...